25 Ocak 2015 Pazar

Moskova -Noel Tatili-Son Gün

Dördüncü günümüzün planını çoktan yapmıştık. Önce kahvaltı, sonra Gorki Park, Nazım Hikmet Mezarlığı ve ardından Moskova Devlet Ünviersitesi’nin bulunduğu yer. 1 ocak olması sebebiyle her yer kapalıydı. Kahvaltımızı yapacak küçücük bir yer bile bulamadık. Ve genelde saat 14’te açılacak kafeler vardı. Zar zor küçük bir büfe bulup hiç de lezzetli olmayan hot dog yedik. Oradan Gorki Park’a geçtik. Moskova Nehri yanında yer alan bu park, yaz aylarında herkesin gelip çimlerinde oturup dinlediği ve zaman geçirdiği bir yermiş. Fakat nehri bile donduran buz gibi bir hava olduğu için kimsenin bulunmayacağını düşünüyorduk. Parkın girişine öyle bir kapı yapılmıştı ki, parkın büyüklüğünü girişnden tahmin edebiliyordunuz. Sonra ailelerin küçük çocuklarıyla ellerinde kızaklar, buz patenleriyle akın akın parka gittiğini gördük. Meğer parkın tamamına koskocaman (ben hiç böyle bir yer gösmemiştim) bir buz pisti yapılmıştı. Aslında buna pist demek yanlış olur. Parkın ana yollarını buz yoluna çevirmişler ve daire şekli vermişler. Bir ucundan bir ucuna birkaç kilometrede gidebileceğiniz devasa kıvrımlı bir buz yolu. Ve herkes genç yaşlı paten yapıyordu! Çok güzeldi. ama biz ne yazık ki paten yapamıyorduk. O yüzden İso ile sözleştik. Bundan 10 yıl sonra Moskova’ya kışın tekrar gelicez. Önce şık giyinip Bolşoy’da bale veya opera gösterimizi izliycez, sonra da Gorki Park’ta buz pateni yapıcaz. Tabi o zamana kadar pateni öğrenmemiz lazım :).


Gorki Park




Gorki Park’ta o soğukta spor yapanlar, koşanlar vardı. Biz dengemizi zor sağlarken, bu adamların tabiatı soğuğa alışkandı. Bir de yeri gelmişken hava o kadar soğuk olmasına rağmen, alımlı kızların ve kadınların, sivri topuklarla ve incecik kısacık kıyafetlerle sokaklarda salınmasına değinicem. Tamam kızları güzel… Güzel de niye ben orda gardrop gibi dolanırken hatta hareket etmeye çalışırken bunlar böyle giyiniyor? Sanki soğuk onlara işlemiyor, sanki buzlu ve karlı yollar onları korkutmuyor gibiydi. Dedim ya bizim vücudumuz ve yapımız sıcak ülkelere göre tasarlanmış onlar da soğuk ülkelere göre…



Moskova Nehri Üzerinde 



Gorki Park’ta nehir boyunca yürüyüp, tablet yardımıyla Nazım Hikmet mezarlığına vardık. Öncelikle mezarlığın belli saatleri var. Mezarlığın adı Novodeviçi Mezarlığı ve yanılmıyorsam 9-17 saatleri arasında açık. Nazım Hikmet’in haricinde Gorbaçov’un eşi, Gogol, Çehov gibi ünlülerin de bulunduğu bu mezarlık özel bir yer, bir anıt mezar…. Mezar taşları ünlü heykeltıraşlar tarafından yapılan yer sanat eseri gibi duruyor. Çok sayıda değişik mezar taşını görebiliyorsunuz. Tabiki Nazım Hikmet’in yeri her Türk’ün gönlünde ayrı ve sanırım bu mezarlığa en çok yabancı ziyaretçiler de Türklerden geliyor. Nitekim bunu mezara koyulan çiçeklerden ve şiirlerden anlayabiliyorsunuz. Bir de kısa ziyaretimizde çok sayıda Türk gördük, kafileler halinde geliyorlar. Nazım Hikmet’in de yanında son eşi Vera’nın mezarı bulunuyordu.  Nazım’ın mezar taşı başta size de tuhaf gelebilir, fakat sonradan yaptığım araştırmalarda “Rüzgara Karşı Yürüyen Adam” adlı ünlü şiirinden esinlenilmiş olduğunu öğrendim.

Novodeviçi Anıt Mezarlığı



Nazım'a Giden Yol

Nazım’ı ziyaret ettikten sonra yolumuz Moskova’nın simge yapıtlarından 7 kız kardeş olarak adlandırılan gökdelenlerden birine düşüyordu. Öncelikle hikayeyi anlatayım. Moskova şehri 8 asır önce kurulmuş bir şehir imiş. Her yüzyılı simgelemesi için şehrin faklı noktalarına ucu sivri devasa gökdelenleri inşa etmişler. Fakat 8. yüzyılı simgeleyen gökdelende sorunlar çıkmış. Bu sekizinci gökdelen Romanovların kilisesinin hemen yanına inşa edilmiş ve muazzam büyüklükte bir yermiş. O dönemde bu gökdelenin sahibi uluslararası bir otel zinciriymiş. Fakat otel büyüklüğü ve ihtişamı ile Kremlin Sarayı’nı gölgede bırakmış ve işin kötüsü Kremlin’in hemen yanındaymış. Bu yüzden dönemin hükümeti bu yapıyı yıkma kararı almış. Bina yıkılmış. Sonra tekrar yapılmak istendiyse de zemin etüdü çok sağlam olmadığı için izin verilmemiş. Nitekim Moskova’nın geçirdiği sekiz asrı simgeleyen gökdelenlerin sonuncusu şu anda bulunmuyor. Bunlardan birisi de bizim gittiğimiz Moskova Devlet Üniversitesi idi. Hava o soğuk kış gününde puslu olduğu için ucunu görmek imkansızdı ki uzunluğunu siz tahmin edin. Zaten binanın yanından bir tepe noktasına bakayım deseniz boynunuz tutulur. Bina önünde çok geniş bir bahçesi yer alıyor ve ana kapısı bu gökdelenin zirve noktasını da barındırıyor. Fakat etrafından dolandığınızda bunun dikdörtgen yapılı bir bina kompleksi olduğunu ve içinde de bahçesinin bulunduğunu fark ediyorsunuz. Etrafı bir kampüs havasında ve sanırım kompleksin belli kanatları öğrenci yurdu olarak tahsis edilmiş. Üniversitenin hemen önü bir çeşit seyir tepesi, yani buradan bütün şehri görebilir ve bol bol fotoğraf çekebilirsiniz.  Bina 1950’lerde inşa edilmiş ve bence görece yeni bir yapı. Keşke içini de gezip en son katlara gitme fırsatımız olsaydı. Çünkü gökdelenin en üstünde gerçekten birilerinin ofisleri yer alıyor mu diye merak ettim. Kesin orda ofisi olanlar kış günlerinde bulutların üstünde gibi hissederler!

7 Kız Kardeşlerden Biri: Moskova Devlet Üniversitesi



Dördüncü günümüz sanırım en yoğun günlerimizden biriydi. Hava sıcaklığının 15 derece artması da keyfimizi yerine getirmişti. Akşam son durak olarak meşhur Arbat Caddesi’ne gittik. Geçmişte Moskova surları dışında kalan aslında merkeze 10 dakika mesafede olan bu yer Arapça “Rabad”dan üretilmiş ve aslında “varoş” anlamına gelmekteymiş. Vakti zamanında çok sayıda gecekondunun bulunduğu bu yer şimdi turist merkezi olmuş. Giden Türklerin bloglarından okuduğum kadarıyla burayı İstiklal’e benzetenler var ama benim için uzaktan yakından alakası yok. Bir kere İstiklal’in o cıvıltısı kalabalığı eğlence yerleri yok. Varsa yoksa kafe, hediyelik eşya dükkanları ve restoran. 1 Ocak akşamı olmasına rağmen o kadar da kalabalık değildi. Yine burada da Christmas Pazarları vardı ama dediğim gibi benim için sönük bir yerdi. Sadece Türkiye’de bile görmediğim deveyi o ünlü sokakta görmem beni dumur etti. Akşam benim müptelası olduğum Dunk’n Donuts da günü sonlandırdık. Bu arada bütün uluslararası yiyecek zincirleri bu ülkede Kiril alfabesi ile yazılıyor. Dunk’n Donuts, Starbucks, Subway, McDonalds ve Burger King’in sadece renkleri ve amblemlerinden akıl yürütüp içeri giriyorsunuz yani…




Dunk’n Donuts, Starbucks, Subway, McDonalds ve Burger King


Arbat






Son günümüzde (2 Ocak), artık son kalan yerleri hızlı bir tempoda gezmemiz gerekiyordu. Aslında bugünkü programımız bana daha çok Komünist dönemleri hatırlattı. Başlangıcı Uzay Müzesi ile yaptık. Uzay müzesi aslında bu milletin Amerika ile Soğuk Savaş dönemindeki yarışının bir iftihar tablosu adeta… Ruslar bilindiği gibi uzay hakkında oldukça donanımlılar ki bunu müzeyi gezerken hissedebiliyorsunuz. Müze Noel tatilinde ücretsiz olduğu için insan akınına uğramıştı. Tabi biz de bu fırsatı kaçırmadık ama içeri girebilmek için tam bir saat sırada bekledik. Ama gerçekten değdi, hatta şöyle diyebilirim bütün gezi boyunca en ilgi çekici yer benim için bu Uzay Müzesi idi. İçeri girdiğinizde ücretsiz biletlerinizi alabiliyorsunuz. Fakat eğer müzede fotoğraf çekmek istiyorsanız onun için de özel bir bilet mevcut. Aksi halde içerde foto çekemiyorsunuz. 


Güzel dimi?

Genelde reprodüksiyon olan maketler oldukça etkileyici, müzenin içi ve duvarları da gökyüzü şeklinde dekore edilmiş, bir de girişte uzay bilimlerine katkısı olan bilim adamlarının heykelleri yer alıyor. Girişteki bu eserler benim açımdan oldukça güzeldi. Hele iki tane yağlıboya resim vardı ki bunların kartpostalları ya da posterleri olsa kesin alırdım. Ama ne yazık ki yoktu. Burada araştırma için fırlatılan araçlardan, bu hizmete gönül vermiş kozmonotlardan, uzayda yapılan faaliyetler, yiyecekleri saklama yöntemleri, roketlere kadar her şeyi bulabiliyorsunuz. Aynı anda LCD ekranlarda Gagarin’in uzay macerası, deney amacıyla uzaya gönderilen iki köpeğin maketine kadar her şey var, hatta kozmonotların konakladığı son gecede imzaladıkları otel odası kapısını bile sergiliyorlar. En nadide parçalardan biri de birebir bir uzay mekiğinin içini dolaşabiliyorsunuz! Yani bence öyle klasik tarih, sanat müzelerinden ziyade böyle bir müze benim hoşuma gitti.


Uzay Mekiği

Uzaya Gönül Veren Rus Kozmonotlar



Uzay müzesinden sonra VDNH (All Russian Exhibition Centre)Parkı hemen ilerde yer alıyordu. Parka gidip etrafı dolaştık. Her tarafta akın akın insanlar tatile özel programlar vardı. Ama biz kuyrukların ne anlama geldiğini bilemediğimiz ve zamanımız az olduğu için dolaşmakla yetindik. Sanırım o uzun kuyruklardan biri yine upuzun buz yolu içindi.patenini kapan gelmişti. Bir diğeri ise dinozor park, mekanik sergi ve aquapark içindi. Bu parkta da Rusların Noel Babası olan Yolka’nın bir sürü heykeli, bir sürü kardan adam, Sochi maskotu ve kocaman üstü çok ustaca Komünist dönemi resmeden bir uçak yer alıyordu. Çoğunun tabiî ki fotoğrafını çektik. 

Hayran Kaldığım Resim

Bu da İkincisi

VDNH Giriş Kemeri



Zaten akşam olmuştu ve ben oldukça yorulmuştum. En son kalan ise herkesin tavsiye ettiği Metro turu idi. Amaann canım bir metro ne kadar gezilesi olabilir ki demeyin. Gidin Moskova Metro duraklarını görün. Size tavsiyem tek bir günde hepsini görmeye kalkışmayın. Biz öyle yaptık ve bir yerden sonra ben sıkıldım. Özellikle kış aylarında gidiyorsanız çok üşüdüğünüzde metro turu yapın hem oturun dinlenin, hem de biraz ısının ve günlere bölün. Her durak birbirinden farklı. Öncelikle Moskova metrosu imrenilecek şekilde tasarlanmış. Metroya inerken merdivenler o kadar uzun ki yaklaşık 2-3 dakika sürüyor inmeniz ama metro en fazla 1,5 dakikada (90 saniye yani) bir geliyor. Metroyu resmen örümcek ağı gibi ve katman katman örmüşler. İlk bakışta zaten bu teknik muazzamlığa hayran kalıyorsunuz. Ve bence Komünist dönemin o mekanik ihtişamını ve teknik muntazamını burada görüyorsunuz. Sonra ayrıntılar dikkatinizi çekmeye başlıyor. Mesela her yürüyen merdivenin bittiği yerde küçük bir kulübede yaşlı teyzeler çalışıyor. Bunlar merdivenin sürekli işlemesinden sorumlular… 

2-3 dakika süren yürüyen merdivenler
Metroyu Çekerken :)

Bir de bu yaşlı teyzeleri bütün müzelerde, turistik yerlerde her yerde görüyorsunuz. Moskova’da işsizlik oranının %1 olduğunu öğrenince pek bir anlamlı gelmeye başladı bu kadar teyzenin çalışması :). Merdivenlerden indiğinizde artık bir sanat eseri olarak metro duraklarını bulabilirsiniz.



Harika!! 

Bence Komünist dönemi özümsemek için öyle müzeye gitmeye gerek yok Moskova’da! Alın bir bilet metroyu dolaşın, duvarlardaki resimlere, heykellere, ışıklandırmalardaki orak çekiç kakmalarına, girişlerdeki mimariye bakın, inceleyin. Orda tarımın ve sanayinin önemini, havacılığın özel yerini, kadının çalışma hayatına eşit katılımını ve üretime desteğini görün. Dayanışma ruhunu ve duruşlarıyla resmedilen onurlu işçi sınıfını görün. Ağzınız açık kalacak, takılıp kalacaksınız… biz yaklaşık 3 saat dolaştık ve hala gezilecek duraklar vardı, ışıklandırma fotoğraf için harikaydı ve bir sürü foto çektim. Kimi duraklarda ise simetrinin muntazam göz oyununu fotoğrafladım. Bizim gezdiklerimiz, Prospekt Mira, Komsomolskaya, Kurskaya, Elektrozavodskaya, Arbatskaya, Marksistkaya, Mayakovskaya, Novokuznetskaya, Shosse Entuziastovkaya, Lubyanka idi. Başka bir nokta da bazı metro durakları binaların altında bazıları ise Moskova Nehri üzerindeki köprüde bulunuyor. Yani metrodan çıktığınızda kendinizi ofislerin olduğu bir binada ya da köprünün orta yerinde bulabilirsiniz.









3 Saatlik Metro Turunun Ardından
Böylece Moskova turumuz da sona ermişti. Uçuşumuz sabah saat 4’te olduğu için gece yarısı otelde valiz odasına bıraktığımız eşyalarımızı alıp trene atladık. Havalimanına vardık, her şey güzeldi hoştu ta ki biz yeğenimiz Poyraz Ali’ye kartpostal atmak için bir postane ve pul arayana kadar. Postane kapalıydı. Ama önünde bir posta kutusu yer alıyordu. Biz de pul bulabilirsek buraya atabiliriz diye düşündük. Siz pulu nerden alırsınız, ben en iyi ihtimalin kitapçıda olduğunu düşündüm ve iki tanesine sordum. Her ne kadar ben İngilizce konuşsam da yüzüme angut gibi bakıp Rusça konuşmaya ısrar eden ve resmen azarlar tarzda davranan satıcılarla karşılaştım ve inanılmaz sinirlerimi bozdular. Ben de Türkçe konuşsaydım keşke, gayet iyi anlaşırdık böylece… Neyse bundan vazgeçtik, son kontrol yerinde eşyalarımızı kontrolden geçirecekken Rus teyzenin biri elimizdeki kutuyu sorgusuz sualsiz kaptı ve hiç bir şey demeden kendi eşyalarını doldurmaya başladı. Neyse dedik ama son bomba pasaport kontrol memurundan geldi. Zat-ı muhterem yabancı olduğumuzu bilmemize ve belirtmemize rağmen Rusça konuşmaya ve bir şeyler söylemeye devam etti. Sonra ben pasaport ile arasındaki bileti verdim. Pasaportu bana doğru itti sonra göçmen kartı ile bileti aldı. Ben de zannediyorum ki pasaportumu alabilirim. Almaya kalkıştığımda kendine çekti, sonra tekrar uzattı sonra ben tekrar almaya yeltendim ve kadın homurdanarak hem yanındakine hem de bana bir şeyler söyledi, bana ters ters baktı, kontrol sürecini bilerek uzattı. Ben de artık kendimi tutamayıp küfür ettim… Ya kardeşim her şeyi anladık da pasaport kontrole niye böyle İngilizce bilmeyenleri koyuyorsunuz, giderayak canımızı sıkmanın alemi ne? Ben o sinirle geçince yemişim duty free’sini buradan hiçbir şey almam bir an önce gitmek istiyorum deyip son dakikaları tatsız bir şekilde geçirdim. Yani artık bu millet benim gözümde son izlenimimle kalacak. Kaba, ruhsuz, mutsuz, soğuk, otoriter, hiç gülmeyen ve tek bir kelime İngilizce bilmeyen… Burdan Türkiye’deki özellikle Antalya’daki Rus nüfusu hakkında da yorum yapmak mümkün, sıcak hava, deniz-kum-güneş, uygun fiyatlar, sıcak ve samimi insanlar görünce bizim buraları ikinci memleketi yapmaları da kaçınılmaz gibi görünüyor.

Kısa ziyaretten elimizde kalan anılar

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder