12 Mayıs 2013 Pazar

Eğirdir –Kovada Gölleri arası Bisiklet – 4 Mayıs 2013

Bence seyahat ve tatil deyince iki tür insan tipi ortaya çıkıyor. Her iki gruba da girenlerin hayatı ve vücudunun makineye benzediğini düşünelim. Birinci gruptakiler tatilleri yıpranma bedeli olarak görüyorlar ve olabildiğince az hareket, bol dinlenme ile amortisman ücretini çıkarmaya çalışıyorlar. Diğer gruptakiler de aslında biraz da rahatsız tipler olup daha fazla görüp daha fazla gezerek ve daha fazla hareket ederek kendilerini “işleyip ışıldıyorlar” ve bunun ömürlerini uzattığına inanıyorlar. Sanki biz ikinci gruba giriyoruz.

İşte öyle bir haftasonu yine duramıyoruz, napsak napsak derken, bisikletlerimizi arabamıza takıp Eğirdir’de alıyoruz soluğu. Bu arada bisikletlerimizi de tanıtmanın vakti geldi sanırım. Benim bisikletimin adı rengi turuncu olmasından dolayı TURUNÇ. Turunçumun bir de sevdiceği var beyaz renkli ve çok da azimli 2000 km’ye yakın yol yaptı fakat hala adsız bir kahraman, çünkü İsot bir isim beğenemedi daha.

Eğer yavaş yaşam taraftarı bir yapınız varsa, doğa ve doğa sporlarından zevk alıyorsanız, bisiklet tam bir biçilmiş kaftan. Özellikle Avrupa’da (bisiklet ve ineklerin ülkesi olan Hollanda’da 1 yıl, rivayet odur ki Hollanda da insandan fazla bisiklet ve inek bulunuyormuş :) ve Almanya’da da 1 yıl yaşadım.) 2 yıl kalmam nedeniyle, bisikleti şehirle bütünleştirmeyi seviyorum. Ona ben güç veriyorum gibi geliyor o da bana sanki özgürlüğümü veriyor. İtiraf etmeliyim biraz da Turunçum bana herkesten farklı olduğumu hissettiriyor. Bir de bunu İsotum yapıyor işte :) daha ne olsun ….. İşime bisikletle gidip gelmeyi seviyorum. Hem spor yapıyorum hem de temiz hava alıyorum. Ehh işte küçük şehirde bulunmanın avantajlarından biri de çok fazla trafiğin olmaması ve bu durumu fırsata çevirebilmek. Aslında en büyük hayallerimizden biri de en azından Avrupa’yı bisikletle turlamak demeden geçemiycem. O da olacak bir gün :)

Ne yazık ki demeden geçemiyeceğim konulardan biri de şehirlerimizin bisiklet dostu şehirler olamayışı, Avrupa’da bulduğum güvenli bisiklet yolculuğunu burada pek gerçekleştiremiyorum. Üzücü fakat belediyeler bence gereksiz ve çirkinlik abidesi metal gül figürlerini şehrin her tarafına dikip de bunlara ne kadar (saçma) paralar harcadıklarıyla övüneceklerine, bisiklet yollarını oluştursalar daha faydalı olacaklar topluma. Bu durum ülkemizdeki parklar konusunda da geçerli aslında. İki bank atıp 500 m2 yeri yeşillendirince ve artık  trend olan spor aletlerini koyunca park olduğunu sanan zihniyet açıkçası beni rahatsız ediyor. Öncelikle bir şehrin mekansal kurgusunun o ülkede araba ya da binadan ziyade insana ne kadar önem verdiğinin göstergesi olduğuna inanıyorum. İnsan ve insan hayatı ne yazık ki çok ucuz ülkemizde. Bu yüzden medeniyet ve şehirden uzaklaşmak bize iyi geliyor.

Eğirdir gölünden –Kovada gölüne kadar git-gel 64 km bisikletli turumuza başlıyoruz. Sularımız, yiyecek bişiler, sırt çantalarımız, bütün bisiklet ekipmanlarımız hazır… 32 km’lik dümdüz bir yoldan kanalın yanından elma ve kiraz bahçeleri arasından, etrafa bakına bakına, bahçelerde çalışanlara selam vere vere ve arada gölgede dura dinlene Kovada’ya gidiyoruz. Rüzgarı da aldık arkamıza.  Hatta yolda giderken yine gördük şu bisikletli yabancı turistleri “allaaaammm olamaaaz en azından onlardan önce görmeliyim Kovada’yı” diye pedallara kuvvet basıyorum.




1 saatten biraz fazla bir bisiklet turundan sonra Kovada’dayız. Kovada milli parkı piknik için uygun bir yer ve pek insan eli değmemiş bakir alanlardan biri. Zaten Isparta’da yaşıyorsanız bu gibi doğal güzelliklerin yanı başınızda bulunması büyük fırsat… kısa mesafede bir çok milli park göl ve kanyonlar var.  Hatta sırf bu yüzden Eğirdir Komando Eğitim Merkezi’nin burada kurulduğunu, eğitimler için en uygun tabiat şartlarının (dağ, göl, kanyon, bataklık vs.) bu bölgede bulunduğunu bir komando eğitmeni arkadaşımdan; en fazla bitki ve hayvan çeşitliliğinin yine bu bölgede yer aldığını da Yaban Hayatı konusunda çalışan bir akademisyen arkadaşımdan öğrendim yakın zaman önce.


Kovada da bu doğa harikalarından birisi. Yolda giderken bulduğumuz eriklerden yiyoruz. Hiç kimse yok neredeyse gölün etrafında ve resmen cennetten bir parça. Aslında biraz erken gidip de gölün etrafını dolaşmak hiç fena olmazdı diyoruz. O da bir dahaki sefere artık. Gölün yanında gizli saklı iskele tarzı ahşap bir yapı bulup orada yarım saat dinleniyoruz. Yiyeceklerimizi yiyoruz. Ben zorlamayla da olsa İsotla birkaç kare fotoğraf çekebiliyorum. Objektiflere çıkmayı pek sevmiyor da bizimkisi :).  Gerçekten farklı ve sadece orman kokan havası insanı sarhoş ediyor.







Dönüş yolunda ise güneş batmak üzere, yaklaşık 2 saatlik bir pedal çevirme ile tekrar geri dönüyoruz. Artık biraz dinlenme vakti.

Eğirdir’in çok önemli bir özelliği çok fazla rüzgarlı olması size tavsiyem yaz olsa dahi eğer buralara yolunuz düşerse ince bir ceket getirin yanınıza, zira dışarıda yemek yemek ve manzarayı seyretmek işkence gibi gelebilir. Aslında yemeklerini çok beğenmesem de açık büfenin güzel olduğu SDÜ uygulama otelinin restoranında yemeklerimizi yiyip, dağların arasından batan güneş ile oynaşan pembemsi gökyüzü ve güneşin Eğirdir Gölü’ne yansımalarını izleyerek çaylarımızı yudumluyoruz. Ben bu manzaraya bitiyorum işte…