1 Mayıs 2014 Perşembe

HOLLANDA Enschede- Hengelo-Boekelo- Maastricht ve ALMANYA Gronau

İnsan tembelliğe çok kolay alışıyor ve ben de bunu doğrulamak istercesine blog yazılarımı uzunca bir süre erteledim. Şimdi hatırladığım kadarıyla Hollanda’yı anlatmaya çalışacağım. Araştırma gezisi için 2 hafta boyunca, önceden yüksek lisansımı yaptığım Hollanda’nın Enschede köyüne gittim. Onlar için il olsa da bizim için küçük bir köy sayılabilecek bu yere ziyaretimi özellikle Hollanda Bağımsızlık Günü olan ve çok renkli festivallerin düzenlendiği 1 Mayıs civarına denk gelmesine özen gösterdim. Amaç hem iş hem eğlence. Ne yazık ki vize uygulayan ülkelerden biri olması ve İsotun da zamanı bulunmaması nedeniyle, bu gezimde İsot bana eşlik edemedi.


Üniversitem ve bisikletler :) Evvet Hollanda'da olduğunuzu böyle anlıyorsunuz :)
Bu ülkede insandan fazla bisiklet ve inek var :)


Oude Markt Şehir Merkezi Down Town



Enschede’ye makul bir saatte inip çok şirin evden bozma tripleks hostelime yerleştim. Hollanda’da bisiklet eliniz ayağınız yerine geçtiği için hostel yönetimi bisiklet kullanabilenlere ayrıca bir tane tedarik ediyor. Bu benim için büyük bir şanstı. Çünkü burada bir yıl kalmama rağmen ancak bir sefer o da ilk defa buraya geldiğimde toplu taşımayı kullanmıştım.

Enschede Belediyesi'nin Önü



Enschede dediğim gibi Almanya sınırında, Çinliler ve ucuz üretim yapan ülkeler tekstil üretimine dalmadan önce, tekstili ile ünlü ve vakti zamanında baş döndürücü bir sanayisi olan, fakat günümüzde artık sadece üniversitesi ve futbol takımı (FC Twente) ile ünlenmiş küçük bir şehir. Her Avrupa şehrinde olduğu gibi kilise ve civarında birçok cafe’nin bulunduğu bir şehir merkezi ile pazarının kurulduğu görece daha modern bir merkezi bulunuyor. Bütün Hollanda şehirlerinde olduğu gibi bu şehir merkezlerinin arka sokakları ise Coffee Shop dediğimiz, hafif uyuşturucuların satıldığı mekanlarla dolu. Genelde benim izlenimim bu sokaklarda alt tabaka Hollandalı ve göçmenlerin bulunduğu. Bir de Graffiti’nin bu sokaklarda inanılmaz geliştiği…




Coffee Shop Sokağı Graffiti Seçmeleri 


Üniversitem ise Twente Üniversitesi, 2008-2009 yılları arasında güzel anılarımın geçtiği genelde mühendislik ve teknoloji alanında iyi olan bir üniversite. Ayrıca Hollanda’da kampüsü olan nadir üniversitelerden biri. Benim yurdum da kampüsün içinde gölün kenarında, büyük ağaçların ve ördek ile kazların arasındaydı yani manzara muhteşemdi :) Eski yurdumu ziyaret edip, eski günleri hatırladım ve hatırladıkça mutlu oldum açıkçası… Herkese nasip olmayan bir şeyi yaşamıştım ve yurt dışında tam burslu yüksek lisans yapma hayalimi orda gerçekleştirmiştim en nihayetinde…
Benim göz ağrım irili ufaklı birçok gölün bulunduğu Twente Üniversitesi Kampüsü Güzel dimi ?:)


Twente Üniversitesi Kütüphane karşısındaki batık saat kulesi, fotoyu çektiğim yer de kütüphane altındaki bar

Yurt odamın manzarası (Eski Fotoğraf)


Enschede’de günlerim kampus, kütüphane, hocalarla görüşmeler ve bol bol bisiklet sürme ile geçti. Ne yazık ki eski arkadaşların orada olmadığını fark etmek benim için kampüsün büyüsünü bozmuştu. Fakat harika manzaralı suların üstündeki kütüphanemde bile yeniden çalışmak (yüksek lisans tezimi yazarken altı ayım sabahtan akşama orda geçmişti) yine de güzeldi. Son günlerde bölümümüzün hocalarının katıldığı aylık toplantı ve daha çok yiyip içip muhabbet etme resepsiyonuna katıldım. Eski hocalarımı gördüm, yüksek lisans arkadaşlarımın nerelerde neler yaptığını öğrendim. Bu gelenek özellikle bizim ülkemizde akademik hayatta bilgi saklama ve ketum bir kariyer geçirme alışkanlığımızın tam zıttı olduğu için ordaki akademisyenlere ayrıca imrendim. Ne kadar güzel bir araya gelip sohbet edebiliyorlar ve bu toplantılarda statü değil meslektaşlık duygusu ağır basıyordu…

Enschede’nin Salı ve Cumartesi günleri olan pazarına gittim. Türkiye’de olmayan mağazaları dolaştım. Bol bol orda bulabileceğim yiyeceklerden ve hediyelik eşyalardan aldım. Çeşit çeşit meyve çayları ile 1 kilo kadar farklı Hollanda peynirlerinden aldım, alkol çok ucuz olduğu için birkaç tane de ondan aldım. Bir de tabi ki Grolsch (Enschede’de üretilen güzel bir bira) başta olmak üzere bira çeşitlerini denedim. Bir de benim Uzak Doğu yemeği takıntım olduğu için orda bol bol yiyip nefsimi körelttim :). Lumpia ile Noodle favorilerim… şehrin arak taraflarında kurulan mobil Lunapark’a gidip, orada zaman geçirdim ve Isot Hülya yazılı bir Hollanda araba plakasını da burada yaşlı bir teyzeye bastırdım. O kadar sevimli bir hediye oldu ki İsotun doğum gününe hediye olarak hazırlasam da 1 ay daha bekleyemeyeceğime karar verip hemen İsotuma da gösterdim :).

Turuncu Gün Sergisi

Sokak Performansları

Turuncu Gün Rock Sahnesi

Latin Dansları Sahnesi


Özellikle son günlerime yaklaşırken dediğim gibi Hollanda’nın Bağımsızlık Günü olan nam-ı değer Turuncu Gün’ü görme fırsatını yakaladım. Sokak performanslarının sergilendiği bu birkaç gün çok şenlikli geçiyor. Üniversitede de şenlik çadırları kurulup Hollanda gençleri ve uluslararası öğrenciler tabiri caizse eğlencenin ve alkolün dibine vuruyorlar. Fakat bu şenlik sadece tekno müzik grupları ve DJleri (Hollandalıların en çok sevdiği müzik türü olur kendisi ve sadece durduğunuz yerde yaylanıp birkaç zıplamanız yeterlidir) içeriyor ki benim pek de hoşlanmadığım sadece gürültü olarak gördüğüm bir müzik türü… Bütün şehirde 4-5 farklı sahne kurulup Latin dansları ve müziğinden, rock, pop ve yerel şarkıların söylendiği meydanın tadını çıkardım. Tabi bunun öncesinde bir de herkesin küçük küçük tezgahlarını sokaklara serip ikinci el kendi kullandıkları fakat ellerinden çıkarmak istedikleri sergileri dolaştım. Oradan da hem küçük yeğenimiz Poyraz Ali’ye güzel sıfır bir t-shirt aldım. Bu sergilerde dolaşırken, her şeyi bulmak ve herkesle sohbet etmek mümkün olduğu için çok seviyorum. Ve özelikle gittiğim şehirlerde böyle sergileri arıyorum…

Bu kutlamaları takip eden bir Pazar gününde Enschede Maratonu olarak bilinen bir maraton vardı. Şehrin en büyük ve Hollanda’nın ilk maratonlarından biriydi ve dünyaca ünlü koşucular da ordaydı sanırım. Ben de 5 km’lik halk koşusuna katılmak istedim. Fakat hava yağmurluydu ve ben kayıt yerini buluncaya kadar kayıtlar kapanmıştı. Sanırım kaçırdığıma en çok üzüldüğüm şey bu oldu. Halk koşusunu seyrederek kendimi avutmaya çalıştım, fakat orda elinde çocuk arabalı katılımcıları dahi görünce üzüntüm daha da arttı. Neyse bir dahaki sefere artık :). Bir de kaçırdığım daha doğrusu çok uzak olduğu ve hava kötü olduğu için gidemediğim Keukenhof Lale Bahçeleri gezisi var. Burası yılın Nisan Mayıs aylarında açık olan devasa bir botanik ve çiçek bahçesi ve en gözde çiçekleri de tabiî ki laleler… Ben de bahçe bitki işlerinden inanılmaz zevk almama ve bu hobimle uğraşırken adeta zaman kavramını yitirmeme rağmen bu bahçeyi göremedim. Bu geziyi gerçekleştiremememin diğer nedeniyse hem üç vasıta değiştirip 3,5 saatlik (gidiş dönüş 7 saat) mesafede olması, hem havanın kötü olması hem de paramın tükenmesiydi. Yaklaşık 100 euroya mal olacaktı bana… neyse kısmet değilmiş.

Enschede Maratonu



Her ne kadar akşam arkadaş çevrem olmadığı için gece hayatına pek dalamasam da, bisikletimin ve bisikletler için yaratılmış bu ülkenin tadını çıkardım. Yaklaşık 120 km bisiklet sürdüm. Bütün gün çalışıp, görüşmeleri ve araştırmamı tamamladıktan sonra, bisikletime atlayıp navigasyonumu açıp önce Enschede’nin çok yakınında olan Hengelo’ya gittim. Hengelo Enschede’ye göre görece küçük bir şehir ve kampüsün içinden ara yollardan, inekler ve çayırların arasından ve ayrıca güzel kır evlerini seyrede seyrede oraya ulaşabiliyorsunuz. Bu yolculuk, yine festivalin olduğu günlere denk geldi. Fakat biraz geç kaldığım için oradaki eğlenceyi kaçırmıştım. Bisikletimi milyon tane bisikletin arasına kilitlemiştim. Fakat geri dönüş yolunda yanlış yere baktığım için bisikletim çalındı sandım. O an yaşadığım stresi ve heyecanı anlatamam… Sonuçta bisiklet emanet idi ve ben farklı bir şehirdeydim. Panik içinde bir sağa bir sola dolanırken az aşağıda kilisenin yakınlarında bisikletimi park ettiğim yeri buldum ve derin bir nefes alıp rahatladım :).

Kampüsün içinden Hengelo girişi

Günlerden bir gün yine havanın güzel olduğu bir öğleden sonra Grolsch bira fabrikasının yer aldığı, mini minnacık bir şehir olan Boekelo’ya gittim. Eşsiz manzarada bisikletimi sürdüm. Fakat bunun tek dezavantajının doya doya fotoğraf çekememek olduğunu anladım. Boekelo o kadar küçük bir şehir ki bir meydanı bile yok ve sadece birkaç haneden meydana geliyor. Şehrin hemen girişinde bir evde, kocaman maket bir leylek poposunun pencereye asıldığını gördüm. Meğer, Hollandalılar eve yeni bir birey geldiğinde böyle yaparlarmış. Bunu da şurdan anladım, maketin yanında kocaman şişme bir erkek bebek balonu vardı ve “Hoşgeldin Henk” gibi bişiler yazıyordu. Benim için hatırlanacak bir manzara idi.

Boekelo ve Bisikletim :)


Ve son bisiklet maceram, Gronau Almanya’ya oldu. Önceden de bahsettiğim gibi Enschede Almanya ile sınır şehri olması hasebiyle, bisikletle yarım saat giderek ülke sınırını geçip Almanya’da kendinizi bulabileceğiniz bir yerde… Ben de bisikletle Gronau şehrine geçip bu fırsatı kaçırmamak istedim. Gerçi öğrencilik yıllarımda yanlış yoldan gidip fark etmeden kendimi burada bulmuştum :). Fakat bu bir beş yıl kadar önceydi. Bu sefer bilinçli olarak bir göreyim dedim. Hollanda vergileri ve kirası Almanya’ya göre görece yüksek bir ülke olduğu için, işi veya okulu Hollanda’da olan fakat Almanya Gronau’da ikamet eden çok kişiye rastlamıştım. Dümdüz, engebesiz bir yoldan keyifle biskletimi sürüp şehir merkezinde durdum. Orda güzel bir kafede oturup kahvemi yudumladım. Sonrasında ise, Almanya’da bisiklet malzemelerinin çok ucuz olduğunu bildiğim için, kask, yağmurluk, özel şort, kilometre sayar ve ışık aldım. Son olarak merkezdeki Türk restoranı Limon’dan dondurmamı yiyip geri döndüm. Benim için güzel bir gün ve deneyimdi.
Gronau


Gronau



Seyahatimin bitmesine son üç gün kala, benim yüksek lisans dönemimden çok samimi olduğum (hatta birbirimize kardeş dediğimiz) çok tatlı ve biricik Rus kız kardeşim Elena ve eşi (yine arkadaşım olan ve benim uzun adam dediğim Hollandalı) Henk’i ziyaret etmek üzere Maastricht’e yol aldım. Elena ve Henk’i 2009’dan beri görmemiştim ve 2011 yılında evlenip, doktora için Maastricht’e yerleşmişlerdi. İlk başta buluştuğumuzda o kadar tedirgindim ki sanki eski samimiyetimizi yakalayamıyacağız gibi gelmişti. Ama bu durum sadece yarım saat sürdü. Yarım saat sonra yine kadim dostlar idik. Onların ve benim hayatımdan bu beş yıllık süre içerisinde birçok şey geçmişti, yani anlatacak o kadar çok şey vardı ki bütün gece oturup muhabbet ettik. Bir de sevimli fakat baya bir büyük neredeyse benim boy ve kilomda Sherlock adında bir Rhodesian Richbak cinsi bir köpekleri vardı. Her ne kadar Sherlock çok iyi eğitildiyse de ben cüssesinden ürktüğüm için pek samimi olamadık. Ertesi gün, Elena öğlkeye kadar işe gitti. Ben de bu fırsatı değerlendirip kendimi Maastricht sokaklarına attım. Burada yer alan ve vakti zamanında başvurduğumu bölümü gördüm. Şehir merkezinde şöyle bir dolaşıp ilk izlenimlerini edindim. Şehir ortalama büyüklükte, genelde snop insanların yaşadığı ve kendilerini diğer Hollandalılardan ayrı gören hatta şivesi bile farklı olan bir şehir. Ortasından oldukça geniş bir nehir geçiyor ve köprüyü geçer geçmez merkeze varmış oluyorsunuz. Alışveriş imkanlarının ve turistlerin çok daha fazla olduğu aşikar… Önemli bir tarihi meydanı var. Ben bunları keşfederken Elena işten döndü ve yine yüksek lisans dönemimden o sıralar Liege (Belçika) da post-doc’unu yapan Ukraynalı ortak arkadaşımız Yuliya da geldi. Hep beraber dolaşmaya başladık. Eskiden tarihi kalenin geçtiği yerlere gittik. Kaleye ve tarihe verilen önem o kadar belliydi ki tama kalenin yıkıntıları üzerine yapılan bina bile kalanin geçtiği bölgeyi ilginç bir şekilde korumuştu. Daha sonra, hatırladığım kadarıyla vakti zamanında eski bir askeri üs olan fakat şimdi hayvanat bahçesi ve büyük park haline getirilen yere gittik. Adını hatırlamadığım bu parkın yan tarafı zaten Maastricht Üniversitesi idi. Bu parkta ayrıca hayvanat bahçelerinde hayvanları yapılan muameleyi gösteren bir çalışma da vardı ve çok etkileyici idi. Buradan parkın içinde bulunan üç silahşörlerden sanırım Dartanyan’ın heykelini ziyaret ettik. Bol bol foto çektik… Sonrasında Maastricht’te son kalan ve hala aktif olarak un ve unlu mamüller üretimi yapan yüz yıllar öncesinden günümüze kadar dayanabilmiş su değirmenine gittik. Burada hala satışlar var. Giderseniz birkaç bir şey almanızı tavsiye ederim. 

Hollanda'nın en eski köprüsünün üzerinden Maas Nehri

Maastricht Tarihi Merkezi, Kilise ve Belediye


Maastricht Merkez

Kale Kalıntılarının Geçtiği Bina

Maastricht Parkı

Dartanyan ve Ben  
Hayvanat Bahçesi Maastricht

Su Değirmeni 

Değirmenin İçten Görünüşü 

My sis Elena, Tall Guy Henk and Sherlock :)


Son olarak gezimiz dinlenip biralarımızı içtiğimiz küçük bir cafede sona erdi. Mutluydum :). Ertesi gün çok erken saatte trenime binip Maastricht’i terk ettim ve Amsterdam Schiphol Havaalanından birçok hediye ve anıyla Antalya’ya sonra da Isparta’ya geri döndüm.  Sanırım bu ülke her zaman benim gözümün ağrı ve ikinci ülkem olacak ve ileride belli bir süre tekrar yaşamayı umut edicem...