31 Ekim 2013 Perşembe

Orta Avrupa Turu IV-Berlin


Berlin!!... 2007 yılında hayatımın en güzel 7 aylık Erasmus dönemini geçirdiğim masal şehri… Berlin benim için bütün renklerin harmanlanması, çok sesli muazzam  müzik gibi bir şey… Her şeyin tarihin, sanatın, doğanın, modanın, teknolojinin, alternatif hayatın, çok kültürlülüğün mükemmel uyumunu taşıyan, insana özgür olduğunu her dakika hissettiren, genç dinamik bir yer… Geçmişte komünizmi kapitalizmi, doğuyu batıyı, her cinsten ve her tercihten insanı kucaklayan tam bir kozmopolit şehir… Almanya’nın Paderborn şehrinde de 4 ay staj yapmama rağmen, Berlin Almanya’dan çok farklı bir yer…

Pragdan otobüsümüz saat 5 civarında kalktı. Son dakikada Louvre Cafe’de sıcak çikolatamızı içip otobüse atladık. Akşam geç saatlerde Berlin'de idik. Otogardan Spittelmarkt’ta yer alan Best Western Hotel’e gitmek için U-Bahn’a indik, biletlerimizi aldık. Opera durağında bir kalabalıkla karşılaştık. Meğer opera çıkışıymış ve iyi giyimli teyzeler amcalar ile bir grup liseli öğrenci metroya akın edince, biz bavulları bir oraya bir buraya sığdırmaya çalıştık. Spittelmarkt’ta inip otele vardık. Otel geniş bir alana yayılmış, sakin bir sokakta yer alıyordu. Yalnız ulaşım bakımından yanından U-Bahn geçmesi nedeniyle iyi bir konumdaydı. Akşam geç olduğu için eşyalarımızı bırakıp şöyle bir civarı turlayalım dedik. Bir de inanılmaz bir rüzgar ile hafif yağmur vardı. Haliyle pek tat vermedi. Alexanderplatz yürüme mesafesinde olduğu için oraya gittik. Fakat burası gece hayatı için uygun bir yer değilmiş. Aslında açık kafeler vardı ama etraf çok sakindi, havadan olsa gerek diye düşündük.

Alexanderplatz’a ilk geldiğimde beni bir heyecan sardı. Eee ne de olsa 6 yıl aradan sonra çok sevdiğim bir şehre gelmiştim…

Rehberimiz Rob ve Free Walking Tour
Sabah olduğunda, karşıdaki fırından tatlı kahvaltılarımızı aldık. Zaman kaybetmemek için yolda yedik ve ilk işimiz Free Tour’a katılmak oldu. Grupla buluşmak için Brandenburg Kapısı’nın arkasındaki Starbucks’ın önüne vardığımızda, 100’e yakın turist kafilesi de free tour için bekliyordu. Neyse kayıt biraz ısınma muhabbetleri derken bizi Rob adında serbest gazeteci olan bir İngiliz rehber aldı. İngiliz olduğunu öğrenince yandık hiçbişi anlayamıycam dedimse de, Rob itinalı ve yavaş yuvarlamadan konuşmaya özen gösteriyordu.
Rob’un çizeceği yolu az çok tahmin edebiliyordum. Fakat tarihle ilgili bu kadar güzel bir şekilde yaşananları aktaracağını ve bilmediğim şeylere değineceğini tahmin etmemiştim.
Brandenburg Kapısı'nda Eylemciler


İlk olarak neden bu şehirden bu kadar etkilendiğini ve İngiltere’de her şeyini bırakıp yerleşme kararını bize aktardı. Adama hak verdim. Çünkü yukarı Brandenburg Kapısı ve Otel Adlon’u burada hangi ünlülerin kaldığını anlattı.

Burdan Brandenburg’un hemen yanında olan Yahudi Anıtına geçtik. Yahudi Anıtı aslında soyut bir çalışma, sanatçının vermek istediği mesaj da anıtı gördüğünüzde içerisinde dolaştığınızda sizin ne hissettiğiniz… Rob burada Alman hükümetlerinin yaptığı en önemli şeyin geçmişteki hatalarını (!) unutturmamak olduğunu ve bu yüzden şehrin birçok yerinde bu gibi simgelerin bulunduğunu söyledi. Nitekim Alexanderplatz’daki açık sergi ve Checkpoint Charlie de aynı amaçla şehre dağılmış simgelerden bazıları…

Soykırım ile ilgili açık hava sergisi


Bir sonraki durağımız Hitler’in yer altı sığınağının bulunduğu rivayet edilen şimdi ise bir otopark olan yerdi. Burada Eva Braun ve Hitler aşkından, hastalıklı ruhlarından, nasıl yakalandıklarından ve sığınağı imha çalışmalarından bahsetti. Eva Braun Hitler’in son sevgilisi ve ruhsal olarak sürekli intihar girişiminde bulunan, Hitler’in köpeğine dahi işkenceler çektiren acayip birisi… 5 ay boyunca sığınakta beraber yaşayan psikopat bu çift, Sovyet ordusunun sığınağı kuşatmasının bariz olduğu son saatlarde evlenirler ve Hitler ile Eva Braun son saatlerini evli çift olarak yaşarlar. Sonra kimilerine göre köpekleri de dahil kendilerini zehirlerler, kimilerine göre ise Sovyet yetkililer tarafından yakılarak öldürülürler. Sığınağın imha edilmesi ise başka bir ilginç hikayedir. Rivayete göre kimileri sığınağı betonla doldurduklarını iddia ederken, kimileri de sığınağın etrafını bombalarla döşediklerini fakat patlama sonrasında dahi sığınağın havaya kalkıp tekrar hiç yapısı bozulmadan yerine oturduğunu ve böylece sığınağın aslında “bomb proof” olduğunu iddia ederler. Bu bölüm her ne kadar otoparkta anlatıldıysa da bence turun en ilginç bölümüydü.

Otoparktan sonra benim hatırladığım kadarıyla İngiliz, Fransız ve Alman Büyükelçiliklerinin (elçilikler bir minnet gösterisi olarak Brandenburg Kapısı’nın hemen arkasında yer alıyor ) arasından  Checkpoint Charlie’ye geçtik. Burada Berlin Duvarı’nın kalıntılarını, o döneme ait fotoğraf sergisi ve müzeyi, simgesel olarak yer alan kontrol noktası ve kum torbasından siperi görebilirsiniz.  Almanya’nın 1961-1989 yılları arasındaki Doğu-Batı bloğunu ayıran ünlü Berlin Duvarı’nın geçiş noktalarından en önemlisi bu kontrol noktası. Fakat Rob, günümüzde buranın turistleri çekmek amacıyla inanılmaz derecede ticarileştiğini ve bir sürü insanın Berlin duvarından parçalar diye iddia ettikleri taş parçalarını sattıklarını ve kanmamamız gerektiğini belirtti.




II. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesiyle, Berlin Sovyetler, ABD, Fransa ve İngiltere arasında dörde bölünmüş. Batı ittifakı ABD, Fransa ve İngiltere’nin birleşiminden oluşmuş ve Batı Berlin’i oluşturmuş; Sovyetler tarafı da Doğu Berlin’i oluşturmuş. Fakat komunist ideallere dayanan ve katı bir rejimi arzulayan Doğu Almanya’dan Batı Almanya tarafına sürekli kaçışlar başlamış. Bunları engel olmayı amaçlayan hükümetin aklında belikli böyle bir fikir yokmuş. Nitekim duvarın örülmesinden önce, Batı muhabirine demeç veren Sovyet tarafı genel sekreteri kaçışları engellemek için “duvar inşa edecek değiliz herhalde” gibisinden bir söz söylemiş.  Buna engel olabilmek amacıyla Doğu Almanya sadece ve sadece bir gecede (12-13 Ağustos 1961) 46 km’lik tel yükselti ile bölünmüş. Sonrasında Berlin Duvarı örülmüş. Hatta öyle ki kaçışları engellemek için çok sayıda gözetleme kulesi, ışıklandırma kullanılmış. Hatta bu kaçışlarda öldürülen her kaçak başına bonus paralar verilmiş askerlere. Bir de kaçanları daha iyi seçebilmek için duvarın doğu tarafına bakan kısmı beyaza boyanmış, batıya bakan kısım ise grafitticilere kalmış..


Şehrin Heryerinde Görebileceğiniz Berlin'in Simgesi Ayı 'Knut'


Burada bir mola verip sonrasında Berlin’in Tunalı Hilmi Caddesi diyebileceğimiz çeşitli dükkanların, tasarım atölyelerinin olduğu oldukça zengin, gösterişli ve pahalı Friedrich Strasse’den aşağı doğru indik. Yolda yürürken Rob terk edilmiş bir binayı gösterip aslında bu yerlerin II. Dünya Savaşı öncesinde Yahudilere ait olduğunu, haliyle savaştan sonra sahipsiz kaldığını ve böyle çok sayıda binanın bulunduğunu dipnot olarak geçti.


Berlin'in bir diğer Simgesi Ampelmann


Buradan Humboldt Üniversitesi hukuk fakültesinin olduğu meydana yürüdük. Üniversitede çok sayıda ünlü bilim adamı (Einstein gibi)ve düşünürün ders verdiğini öğrendik.  Dünya tarihine baktığımızda Almanyasız bir bilim tarihinin düşünülemeyeceğini aktaran Rob, bu durumu Almanya’da eğitimin parasız olmasına bağladı ama ben bu düşünceye çok fazla katıldığımı söyleyemem. Bizde de eğitim paralı değil sonuçta… o kadar üniversitemiz var. Neyse bu konulara dalmayalım…

Humboldt Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin önünde bir yer altı kütüphanesi bulunuyordu. Adını şu anda hatırlamadığım anıtın aslında II. Dünya Savaşı sırasında yakılan sayısız Yahudi yazarın kitabının simgesi olduğunu belirtti rehberimiz. Bir de burada küçük bir dipnot daha geçti. Bütün tarihsel filmlerde Almanların kötü adam rolünü oynadığını, hatta bunun Rob’un arkadaşları tarafından bile kanıksandığını küçük bir anekdotla anlattı.

Turumuzun sonlarına yaklaşmıştık. Rob, son olarak Berlin Duvarı’nın yıkılışı arkasındaki traji-komik hikayeyi anlattı. Sovyet tarafı yani Doğu Almanya, 1989 yılında artık bu olayın insanlık dışı olduğunu ve parçalanan ailelerin birleşmesi gerektiğini ya da baskılar nedeniyle geçişlerin izin verilmesine kurul olarak karar verir. Fakat bu süreç kurulacak olan bir vize departmanı ile başvurular değerlendirilerek yapılacaktır. Yani bu kurum kurulmamıştır. Tatilde olduğu için kurul toplantısına katılmayan Doğu Almanya hükümetinin partisi olan SED’in genel sekreteri Günter Schabowski bir basın toplantısı verir. Fakat basın toplantısına girmeden önce kurula katılan biri tarafından kurul notları eline tutuşturulur. Oldukça serinkanlı başlayan toplantıda geçişler hakkında konuşmalar yapılır. Son olarak bir muhabir bu geçişlerin ne zaman başlayacağını sorar. Schabowski eline tutuşturulan notları karıştırır. Fakat kafası da karışmıştır. Sonra orda yazan bir notu cevap olarak verir. “Sanırım hemen şimdi” der. Ve bunun üzerine binlerce Doğu ve Batı Almanya’lı vatandaş Berlin Duvarı’nın kontrol noktalarına dayanır. Sonrası malum o ünlü Berlin Duvarı yıkılışı …

Bu son hikaye ile rehber turumuz bitmişti. Rob oldukça profresyonel bir şekilde bize çeşitli hikayelerle süslediği Berlin turunu adeta bir sahne performansı gibi sergilemişti. Eee haliyle bahşişi hak etmişti. Ben çok şehirde bu turlara katılmıştım ama en iyisi buydu diyebilirim.  

Alexanderplatz ve TV Kulesi
Tur grubundan ayrıldıktan sonra bizim için gün daha yeni başlıyordu. Zaten zamanımız kısıtlı olduğu için o gün nereleri nereleri dolaştık. İlk önce oralara yakın olduğu için tekrar Alexanderplatz’a gittik. Burada en önemli durağımız tabiî ki dolu mideyle çalışan bizler için Dunkın' Donuts idi efendim. Her yurtdışına çıktığımda çılgınlar gibi gidip çılgınlar gibi donut yediğim bir yer. Hatta Türkiye’deyken de oranın hayalini kuruyorum. Bu donutlar o kadar mı lezzetli olur, o kadar mı insana mutluluk verir? :). Buradan sayın yetkililere sesleniyorum Türkiye’de de açın Dunkın' Donuts…. Yazık bizeee …  Yine canım çekti bak, ağzım bile sulandı… :)


Dunkin ve Ben :)


Midelerimiz dolduktan sonra Alexanderplatz’da akşam çekemediğimiz fotoğrafları bol bol çektik… Poseidon çeşmesi önünde, TV kulesini kadraja alacak şekilde, Berlin Katedrali (Berliner Dom)’nin önünde bol bol fotolarımızı çektik.

Bu katedralin hemen yanı ise bol vakti olanlara ve müzeleri sevenlere göre bir yer. Burası müzeler adası olarak biliniyor ve burada Eski, Yeni, Bode ve Bergama Müzeleri bulunuyor. Ben önceden Bergama’ya gitmiştim. İçiniz acır efendim, bizim Anadolumuzdan alınıp da memleketimizden koparılan eserleri görünce… Ama “ülkemizi ve tarihi miraslarımızı daha çok sahip çıkmalıyız, ibretlik olsun” derseniz de gezin görün bence.

Lego Mağazası 
Buradan Tiergarten’a geçtik fakat burada fazla durmadık. Daha sonra oranın ikinci Tunalı Hilmi’si ve haliyle zengin caddesi olan,  birçok AVM ve pahalı dükkanların bulunduğu Kurfürstendamn’a geçtik. Meydanda sokak performansçılarını seyrettik. 60-70 yaşında amcam kaykay ile break dance’ı birleştirmiş şaşılası şeyler yapıyor… Hiç yakışıyor mu amcam sana, yaşına başına :). K’damn da ikinci noktamız Lego Mağazası Berlin’e gidince bence kesinlikle bu mağazaya uğrayın. Küçüklere olduğu kadar büyüklere de hitap ediyor. Hatta biz küçük yeğenimiz ve benim minik sevgilim :) Poyraz Ali’ye de bir hediye aldık buradan…


Zafer Sütunu

K’damn da işimiz bitmişti. Buradan otobüse binerek Zafer Sütunu’na vardık. Tepesinde Viktorya Heykeli’nin bulunduğu sütun Berlin’i panoramik olarak görebileceğiniz bir yer. Yalnız bunun için önce giriş ücretini ve yüzlerce merdiveni çıkmayı göze almalısınız :). Girişte öğrenci olduğunuzu belirtirseniz kinliğinizi sormuyorlar. En azından bizim için öyleydi. Bir de aman ben çıkamam demeyin. Biz bir çift gördük. Bebekleri daha 3-4 aylık sanırım çünkü kafasını kontrol edemiyor. Baba kanguruya almış bebesini anne de ufacık bir bebek çantası çıkmışlar merdiveni… En önemlisi seyahat etmişler yafff… Biz olsak o bebeyi sarar sarmalar, biz valiz eşyayı beraberimizde taşır, sonra da hareket edemez, seyahat etmekten bezerdik. Hatta olay oraya kadar bile varmaz, seyahat etmezdik olur biterdi. Zaten bu kadar eziyet çekiceksek gerek de yok:)…  

Yukarıdan Görünüm


Birazcık da tıklım tıkış yukarısı efendim. Yani dahi sakin saatlerde gitmenizi tavsiye ederim. Yoksa iki fotoğraf çekmek için bizim gibi çok çaba harcarsınız. Tepeye çıktığınızda, dairesel olarak dönüp her yeri görüyorsunuz. Özellikle parlamento, kapı ve önündeki parkı görebiliyorsunuz. Bir de yolların çok muazzam ve düz olduğu dikkatimi çekti…

Neyse manzaramızı seyredip ordan yol boyunca Parlamento’ya geldik. Fakat orada bizi bir sürpriz bekliyordu. Çünkü artık meclise turistik amaçlı girişleri randevu sistemine bağlamışlar, 6 yıl önce böyle değildi. Haliyle giremedik ama ordaki görevli öğrencilerden biri sabah erken saatte gelirsek aynı güne randevu alabileceğimizi belirtti. Bunu not edip, yolculuğa devam ettik.

Akşam olduğu için çok acıkmıştık. Eee biliyorsunuz benim ne kadar çok deniz ürünlerini sevdiğimi… Viyana’da da yediğimiz en sağlıklı fast food zinciri olan ve sadece deniz ürünleri satan Nordsee’yi orda da bulduk. Benim gözlerim döndü resmen, kendimi kaybettim… Soğuk sandviçlerini ve çorbasını şiddetle tavsiye ederim efendim, tadı hala damağımda…


Nordsee'de Yemeğimiz :)


Karnımız doyduktan sonra yine dolaşmaya devam ettik. Kısacası birinci gün bitmedi ne dolaşmışız bee… Berliner Dom’un önünden otobüse binelim de Sony Center a bir gidelim dedik demesine de … Bir baktık Berliner Dom da ışık gösterileri var herkes büyülenmiş şekilde bu şehir ışıklarına bakıyor. Meğer bizim gittiğimiz dönemde “city lights” temalı bir etkinlik bütün şehirde gösteriler yapıyormuş. Buldukları her büyük binaya müzikle beraber farklı ışıkları yansıtıp ilgi çekiyorlar. Güzeldi… Sony Center da Starbucks kahvelerimizi yudumlayıp biraz etrafa bakıp sonra yine kapının oraya gittik. Çünkü ışık gösterileri bizi de çekti.


Brandenburg Kapısı'nda City Lights Gösterisi


Oradan gece hayatının gerçek merkezi olan Ostbahnhof’a gittik. Burada bir sürü gece kulübü var, her çeşit insan ve mekan var. Ve genelde herkesin elinde içkisi ve cigarası var. Her taraf buram buram kokuyor kısacası. Zaten S-Bahn’dan inip de sağa doğru gidip ilk sağdan dönerseniz, eski bir fabrika alanı ve binalarının öyle kulüplere çevrildiğini görürsünüz. Biraz ürkütücü bir yer burası, ama bütün köşe başları Türk tekel bayii ve dönerci :)…  Biz de çok yorulduğumuzdan (artık benim takatim kalmamıştı!), bir de çantalarımızda değerli eşyalar bulunmasından ve eşek kadar olmalarından dolayı bir mekana girmedik.

En sonunda gün bitmişti. Otelimize gidip iyice bir uyku çektik. İkinci gün sabahtan İsot çıkıp meclis binasına giriş için randevu almaya gitti. Geldiğinde eşyaları hazırlayıp otelden çıkış yaptık. Valizleri de emanete kilitledik.

İkinci gün planımız, benim de görmediğim Sachsenhausen toplama kampına gitmekti. Burası savaş sırasında Berlin yakınlarında kurulan Yahudi kamplarından biri. Bunun için 1-1.5 saat yol gitmek gerekiyor. Kampa vardık..





Burası sözün bittiği yer gerçekten… İnsanoğlunun kendi cinsine yapabileceklerini, insanın ne kadar gaddar bir yaratık olduğunu, güç denen olgunun ne kadar tuhaf bir şey olduğunu, gözetleme kulelerini, kaybedilen hayatları, kurşuna dizilenlerin bulunduğu alanı, insanları çalışmadıkları için canlı canlı yaktıkları fırınları, gaz odalarını (buraya Z istasyonu denirmiş hayatın son noktası olduğu için)….  Daha birçok karmaşık duygu…  Ve çalışmak özgürleştirir yazısı…





Sachsenhausen








Buradan ayrıldıktan sonra meclisi dolaşmak için saatimiz gelmişti. Hemen meclis binasına gidip çıkmak için binaya girdik. Öncelikle burada çalışan görevliler inanılmaz derecede insancıl ve saygılı.  Bizim kendini bilmez özel güvenlik görevlileri gibi değiller.  Hatta öyle ki İsotun çantasında bira vardı… Adamlar şişeyi aldı, bize bir numara verdiler ve çıkışta biramızı geri almamızı söylediler :).  Biraz bekledikten sonra devasa bir asansörle yukarıya çıktık. Meclisin içini değil zaten sadece kubbesini gezebiliyorsunuz. Kubbeye girmeden önce audio-guide lar verildi.  Kubbeyi döne döne çıkarken, bulunduğunuz yerden görünen binalar ve yerler hakkında, meclis binası hakkında bilgiler alıyorsunuz. Kısacası adamlar işini biliyor.


Alman Parlamentosu


Ziyarete Açık Parlamento Kubbesi


Buradan çıktıktan sonra hediyelik eşyalarımızı aldık. Sonra yemek için bize önceden tavsiye edilen Vapiano adında bir İtalyan restorana gittik. Burası Berlin Hauptbahnhof’da yer alıyor. Gerçekten çok orijinal biryer, yemek istediğiniz makarna türünü, içine neler atılacağını siz söylüyorsunuz. Onlar gözünüzün önünde çatçut çatçut 10 dakikada hazırlıyorlar ve enfeesssss oluyor… masalar genelde bar masaları şeklinde, makarna haricinde pizza ve diğer yemekler de var ama en güzeli makarna…
Vapiano'da Akşam Yemeği


Burda yemeğimizi yedikten sonra ben inanılmaz yorulduğum için valizleri emanetten almaya İsot gitti. Bana da Dunk’n Donuts’dan son defa donut ile kahve almamı söyledi. Ne de olsa gece uzundu. Uçağımız 6 civarındaydı. Ben de aman dedim o gelsin de beraber beğenelim… Demez olaydım. Çocum Hertha Berlin maçı çıkışında binlerce taraftarın metroya akın ettiği saatlerde iki valizi zar zor metroya girdirip, tıklım tıkış bir yerlerinden ter akıttı Hauptbahnhof’a gelmek için. Ama ben onu bekleyeyim derken ne oldu.. Saat 10’da dükkan kapandı. Alamadık ya la… Yuh bana yuhlar bana… Kahroldum… Bu ne kardeşim tren istasyonunda 10’da mekan mı kapanır? Sabaha kadar insan var orda… Sizin anlayacağınız ben yine kendi ülkemle karşılaştırma yanlışına düşmüştüm. Siz siz olun işinizi garantiye alın:).


Ve Ganimetlerimiz :)

Böylece bir maceranın daha sonuna geldik. Gayet güzel anılarla ve her yerden toplamaya çalıştığımız küçük ganimetimizle iyi ve yorucu bir tatil geçirdik… Yorucu tatil mi olur ya :)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder