30 Ekim 2013 Çarşamba

Orta Avrupa Turu III-Prag

Charles Köprüsü
Orta Avrupa turumuzun üçüncü ayağı Prag şehriydi. Ne yazık ki Budapeşte’de talihsizlikler peşimizi bırakmadığı için Prag turumuz gecikmeli olarak başladı. Otogara indiğimizde şehir içi ulaşım için günlük biletlerimizi alalım dedik. Ama pek de insan canlısı olmayan metro çalışanları bizi sadece bilet makinelerine yönlendirdiler. Fakat işin kötü tarafı bu makineler kağıt para kabul etmiyordu ve 20 euroya yakın 2 tane günlük bileti tamamen bozuk parayla almayı denedik. 
Bozuğumuz olmadığı için yine pek yardımsever olmayan metro dükkanlarının sahiplerine bozdurmalarını rica etsek de olumlu cevap alamadık. Hal böyle olunca hem Berlin biletlerimizi almak için hem de kahvaltı yapabilmek için tekrar otogara gittik. Bu vesile ile paralarımızı da bozarız diye düşündük. Kahvaltılık snack ve kahvelerimizi alırken fark ettik ki otogarın çıkışında hemen sol tarafta bulunan markette günlük bileti kasadan alabiliyormuşuz. Kısacası Prag’a indiğinizde nerden bilet alıcaz diye bakınmayın, girin markete, sevimli kasiyerden alın :).
Ben yorgunluktan kendimden geçtiğim için saat 10:00 gibi vardığımızda, minik kuşum Meltem (yurttan 8 yıllık arkadaşım ve benim için kardeşten öte böcüğüm) ile 12:00 civarında buluştuk. Ben Meltem’in evinde bir süre uyuyup yorgunluğumu atmayı tercih ettim. İsotum tabiî ki bir sefer geliyorum hiç kusura bakma ben dinlenmem deyip yollara attı kendini :). Öğleden sonra buluştuğumuzda çoğu önemli yerini gezmişti zaten.
Prag Kalesi'ndeki Katedral
Karınlarımızı doyurduktan sonra, hava kararmaya yakın olduğu için Prag Kalesi’ne 22 nolu tramvayla gittik. Prag kalesi bütün şehri görebileceğiniz bir tepede konumlanmış durumda. Bizim girdiğimiz tarafta sanırım Gotik mimari ile yapılmış katedral bulunuyordu. Gerçekten motifleri ile etkileyici bir yapıydı. 2007 yılında ilk defa buraya geldiğimde de kale civarındaki mimari yapıdan etkilenmiştim. Bu gidişimde de bendeki etkisini yitirmemiş olduğunu fark ettim. Katedralin önünde sanırım Uzakdoğulu bir gelinlik firmasının katalog çekimleri vardı ve buna da tanıklık ettik.
Prag’a dair en çok dikkatimi çeken şey çeşitli süslemelerle, işleme ve boyutlarla her sokak başında rastladığım kapılardı.  Bence günün birinde sadece bu konseptle seyahat edip kapıların fotoğraf koleksiyonunu yapmayı düşünebilirim diye geçirdim içimden. İsot her ne kadar benim kapılar hakkında obsesif olduğumu düşünse de, gördüğüm kapıların olabildiğince de fotoğraflarını çekmeye çalıştım tabi.
Sokak Korosu 
Prag Kalesi'nden Manzara

Kafka Müzesi Bahçesi
Kalenin içinde kalan meydanı dolaşıp ünlü merdivenlerinin bulunduğu yerden şehir manzarasını bir turist güruhu arasından çekip izlemeye çalıştık. Sonra merdivenlerden aşağı inip Kafka müzesinin bulunduğu taraftan dolanıp, sonrasında Charles köprüsünden geçtik. Kafka müzesi o saatlerde kapalıydı, fakat 2007’de geldiğimde ben girmiştim. Hatırladığın ne var diye sorarsanız sadece bahçedeki çiş yapan iki metal erkek heykeli :). Charles köprüsünde adam akıllı fotoğraf çekemedim çünkü İsot bekleme sabrını gösteremedi. Zaten çok kalabalık olduğu için güzel bir kare yakalamak için uygun bir zaman da değildi. Fakat köprünün üzerinde yeterince zaman geçirip sokak sanatçılarının performanslarını seyretmenizi tavsiye ederim. Köprünün hemen altında old town tarafındaki kukla dükkanları da gezilip görülesi yerler arasında. Arzu ederseniz el yapımı güzel kuklalar mevcut, fakat ben genelde bunları oldukça ürkütücü bulduğum için almayı düşünmedim. Bir de palyaçolar bu derece ürkütücü gelir bana, ki bununla ilgili başka bir anım da var ama konudan sapmayalım, onu sonra anlatırım.
Neyse oradan Astronomik saate gidip herkesin yaptığı gibi, dakikalarca saatin önünde bekleyip o seremoni içinde çalışını ve hareketlerini izledik. Bir sonraki gün katıldığımız free tour sırasında rehberimiz Filip, ilk görüşte bu saatin bir hayal kırıklığı olduğu ama 600 yıldan fazla süredir kusursuz mekaniğinin işlediğini öğrendik. Bu dönemlerden kalması nedeniyle bir mühendislik harikası olduğunu belirtti Filip. Bir de tabi ki mesaj içeren bir boyutu da bulunuyor. Saatin en solunda ki aynaya bakan eleman kendini beğenmişlik ve kibirliliği, yanındaki kesesi para dolu sözde Yahudi cimriliği, saatin sağ tarafındaki iskelet ölümü ve en sağdaki elinde bir çalgısı bulunan doğulu figürü ise Türkü ve şiddeti zalimliği simgeliyormuş. İlk iskelet elindeki çanı çalar ve bundan sonra tepede 12 havari geçer, bu vakitten kibirli, cimri ve zalimin sonu gelmiştir. Yani burada da ünümüz namımız yürümüş efendim demeden geçemiyorum…
Evvveet Astronomik Saat :)
Eğer Prag’a gidip de bu saati ve performansını görmek isterseniz 21:00’den önce ve saat başında bulunmanız gerekiyor. Fakat öyle tuhaf bir kalabalık var ki burada. 15-20 dakika boyunca bekliyorlar, çoğaldıkça çoğalıyorlar ve 1 dakikadan az performansı gördükten sonra biraz da hayal kırıklığıyla “aaaaa” layıp aynı zamanda alkışlıyorlar. Sonra çil yavruları gibi bir anda dağılıyorlar. Noluyo yaaa deyip ben kalabalığa daha çok şaşırdım sanırım :). Bir de geçen gelişimde öğleden sonra ve haftasonu olduğu için ekstradan özel kostümlü eski çağlardan kalma kişilerin geçidi de düzenlenmişti. O zaman en azından biraz heyecan oluyor :).
Bir de Charles Köprüsünün ayağında bir Orta Çağ İşkence Müzesi var. Bu gidişimde girmedim, fakat öncesinde unutamayacağım birkaç kareyi görmüştüm. Hala da çok açık ve anıt işkence aletlerinin birkaçını hatırlıyorum. Bence bir alternatif olarak gidilebilir.
İsot ördek ile boğuşurken :)
Neyse astronomik saatimizin görülmesi de tamamlandıktan sonra 4 yıldan beri Çek Cumhuriyeti’nde ve 3 yıldır Prag’da yaşayan Meltem’im ile buluştuk. Meltem yemek için bizi Kolkovna adında bir zincir olan restorana götürdü. Schnitzel ve ördek siparişini Meltem’in ısrarları sonucu geldik. Biz fiyatları uygun bulup, çok da büyük bir şeyin gelmeyeceğini tahmin ederek böyle bir sipariş vermiştik. Fakat bildiğiniz bütün ördek geldi. Güzelce marine edilip fırınlanmış ve lahana ve ona benzer yeşillik püreleriyle beraber servis edildi. Şunu söyleyeyim Prag’da bir yemeğe 200 krondan (8 avro civarı) fazla bir biraya ise 40 krondan (1,5 euro civarı) fazla para vermemeniz rehberimiz tarafından önerildi. Adam Prag’da doğup büyüdüğü için güvenilir diye düşündük. Mesela orda ördek fiyatı 280 kron civarıydı ve kesinlikle 2 kişiye yetecek büyüklükteydi. Yani Kolkovna’ya giderseniz ördek iki kişiyi rahatlıkla doyuruyor. Çok da güzel ucuz biralarla uygun bir akşam menüsünü çıkarabilirsiniz. Bu arada hazır krondan bahsetmişken, döviz ofislerinin yaptığı bir hileden bahsetmeden geçemiycem. Döviz ofislerinin önündeki tabelalarda asılı olan fiyatlara lütfen kanmayın! Çünkü onlar yüksek bir meblağdan sonraki değişimler için (sanırım 100 euro). Bir de en düşük komisyon oranı Florenc’te. Florenc ise otobüsa garının bulunduğu semt oluyor.
Biz yemeğimizi birkaç bişiler içtikten sonra tam Meltem’in şehrin çok az dışında komunist dönemden kalma milyonlarca katlı ve milyonlarca daireli, küçük ama muhteşem manzaralı (eee ev 15. Katta olunca:)) evine gitmek için yola koyulmuştuk.
Cross Club
Tam o sırada duraklardan birinde kapılar açıldı ve Meltem “koşun sizi biryere götürecem” dedi. Son anda metrodan atladık:).  Sonra bir makine mühendisi tarafından her katı ve giriş bölümü farklı tasarlanan mekanik cihazlarla ve neon ışıklandırmalarla doldurulmuş “Cross Club” adı verilen yere gittik. Benim için acayip ürkütücü biyerdi. Fakat İsotuma göre burası aslında tam o komünist zamanların ruhsuzluğunu, mekanikliğini ve soğukluğunu yansıtıyordu. Ve aslında İsotun görmek istedikleri böyle şeylerdi. Neyse mekânın pek de bize uygun olmadığı düşünerek çok da fazla kalmadık. Ve birinci günümüz bu şekilde sonlandı.
Astronomik Saatin olduğu meydandaydılar, muhteşem..
İkinci gün astronomik saatin önünde free toura katıldık. Yukarda anlattığım hikâyeyi dinledik. Sonra meydanda Çek Cumhuriyeti’ne önemli katkıları olan düşünürlerden biri Yannuş’un heykelini görebilirsiniz. Burdan hareket ederek rehberimiz Filip bizi şehrin en eski ve tek ayakta kalan kapısı olan Powder Tower’a götürdü. Buradan ise Yahudi mahallesine geçtik. Bu mahallenin girişinde Kafka’nın kişiliğine uygun ilginç bir anıtı bulunuyor. Hemen girişte ise merdivenlerden inmek zorunda kalıyorsunuz, çünkü Yahudi mahalleleri o dönemin Avrupasında her zaman normalden daha alçakta yapılırmış. 
Endülüs mimarisinden esinlenen sinagog
Buradaki girişte sizi hemen farklı mimaride bir sinagog selamlıyor. Bu yapının kıvrımları ve süslemeleri şehrin bütün diğer yapılarından farklı imiş. Bu dönem Avrupasında Yahudilere eşit yaşama hakkı tanıyan Endülüs Devleti’nden esinlenerek Doğu motifleriyle süslenmiş.
Prag’daki Yahudi mahallesi Nazi döneminde Hitler tarafından yerle bir edilmeyen tek Yahudi muhitiymiş. Bunun nedenlerinin farklı olduğu ileri sürülmekteymiş efendim. Bunlardan en ilginci Hitler burayı nesli tükenmiş bir ırkın egzotik müzesi olarak tasarladığı ve dünyaya bir miras olarak bırakmayı düşündüğü bir alan olması. Çok da düşünceliymiş (!) burada yer alan mezarlığın ise çok küçük olmasına rağmen 12 katmandan oluştuğu biliniyor. Bunun da hatırlayamadığım dinsel bir özel sebebi vardı. Fakat bu “Jewish Square” adı verilen yerde, halen faaliyette olan bir sinagog ve hemen onun bitişiğinde bir anıt müze bulunuyor. Geçen sefer de bu sefer de gitmeyi arzulayıp giremediğim göremediğim bir yer efendim…
Wenceslas Meydanında
Bizim free tourumuz burada sona ermişti. Bizde buradan Wenceslas Meydanı’na doğru şık mağazaların olduğu bir caddeden geçtik. Meydanda yine benim hayranlıkla baktığım sokak sanatçıları ve küçük büfeler vardı ve ben yine kendimi kaybettim. 
Havelsky Market
Buradan kendimizi ara sokaklara verdiğimizde sıcak şarap ile çok sayıda hediyelik eşyanın bulunduğu bir açık pazarı içgüdülerimizle bulduk artık :).  Bu marketin adı Havelsky Market ve almak istediğiniz çok sayıda turistik malzemeyi burada daha uygun fiyatlara bulabilirsiniz. Biz buzdolabı sticker, anahtarlık, shot bardağı, Poyraz Ali’mize tahta araba seti ve mumluk aldık. Aslında kilo sınırımız olmasaydı alınacak çok şey vardı ama….

Saat 17:30’da Berlin otobüsümüz olduğu için bir yarım saat kadar Meltem’imi gördük, o da bizi en ünlü kahve ve ikramların olduğu Louvre Cafe’ye götürdü. Orda sıcak çikolatamızı içip, taksiye atladık… Meltem’in Türk damarı kabarmış olacak ki bir güzel çatır çatır Çekçe konuşarak taksiciyi uzun yoldan gidiyor diye payladı :). Öyle böyle derken otogara vardık. Emanetten eşyalarımızı aldık, Meltem’i arkamızda bırakarak el sallaya sallaya Prag’dan ayrıldık. Ve o dakika anladım ki böcüğüm artık oralı olmuş :(….

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder