14 Eylül 2013 Cumartesi

Muğla Turu –Akyaka, Gökova Orman Kampı, Ölüdeniz, Fethiye, Katrancı Koyu- Ağustos 2013

Aradan uzun zaman geçince yazması zor oluyor, hatta yazmadıkça daha da eriniyor insan.  Anlatacak çoğu ayrıntıyı unutmama rağmen yazmaya çalışacağım.

İşte 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı fırsat bilip haftasonu ile de birleştirip, Isparta’dan Muğla’ya gitmeye karar verdik. Ben hiç çadır hayatı yaşamadığım için heveslendim. Amacımız kamp atmaktı, tabi ona uygun hazırlanmak bayağı uzun ve zahmetli bir işmiş. Bütün eşyalarımızı aldık, fakat bisikletlerimizi bırakmak zorunda kaldık. Bisikletlerle bir başka güzel olacağına emindim ama napalım artık, bir dahaki sefere.

İstikamet, Denizli üzerinden Muğla… Yol üzerinde “Dondurmam Gaymak” filminin çekildiği, Ula’dan geçtik. Yerimiz olsaydı otostop çeken bir amcayı da alacaktık ama dedim ya çadır atmak hiç de o kadar kolay değilmiş, arka koltuklar ve bagaj silme doldu. Buralar doğup büyüdüğüm İzmir’in kasabalarına çok benziyor… İnsanları da öyle…

Yolculuk da keyifliydi aslında ama dediğim gibi çoğu detayı unuttum. Birkaç saat sonra Akyaka’ya vardık. Küçük sevimli, fakat son zamanlarda yapılaşmanın başladığı, dağlar arasında bir koyu olan, windsurf maceracılarının pek beğendiği bir yer…

Akyaka’da Gökova Orman Kampı’na gittiğimizde önce bir fizibilite çalışması yaptık, nereye çadırımızı kursak iyi olur diye… Gökova Orman Kampı, ağaçların arasında kayalık üzerinde yüksek ve şehri görebilen bir konumda yer alıyordu. Ben tabi bu tarz bir tatil anlayışının yabancısı olduğum için kamp yerinde de şaşkınlıklara uğradım. Meğer insanlar bütün yaz tatilini burada geçiriyorlarmış. Bir çadırlar var anlatamam, önündeki saksı çiçeklerin, rüzgar güllerine, buzdolabı, TVsine kadar her şeyleri var kampçıların…

Biz de kampımızı uygun bir yere kurduk, sahil kenarı aramaya koyulduk. Fakat fark ettik ki, sahil kumsal yok, kampçılar genelde kayalıklardan denize giriyorlar. Biraz zorlu, engebeli fakat çok fazla tahribata uğramamış, bakir yerler denizin kayalarla buluştuğu  yerler… 
Ben korkudan çok fazla giremedim denize. Zaten gün de bitmişti… Akşam merkezi şöyle bir turlayıp Akhisar köftesi yiyip, bir de üzerine waffle tatlımızı yiyip, iskeleyi dolaşıp kamp yerimize geri döndük. Tek dikkatimi çeken şeyin bebekli ve küçük çocuklu ailelerin sayıca fazlalığıydı, aman Allahım her taraftan bebek arabalı çiftler çıkıyordu!  Çerezimizi içeceğimizi alıp ışıksız,  kalabalıksız, trafiksiz fakat bol köpek havlamalı çadırımıza döndük. Bence kampın en keyifli yanı geceleriydi… gökyüzündeki yıldızları görebiliyorsunuz, ormanın içinde temiz havayı içinize çekebiliyorsunuz ve biraz kendinizi ve bir tek yanınızdakini dinliyorsunuz.

Gökova Orman Kampı

Akyaka

Çınar Plajı
Çınar Plajı Kaynak Suyu
İkinci gün, kahvaltı keyfinden sonra, İsotumm anladı ki ben kamp yerinde denize giremiycem, orman kampına bir kilometre bir mesafede bulunan Çınar Plajı’na gitmeye karar verdik. Meğer herkes de buradaymış :). Çınar plajının tek kötü tarafı taşlık olmasıydı. Fakat plaj korunaklı güzel bir yerde, kafe gibi bir yer mevcut. Ennnn enn güzel yanı da sıcaktan bunaldığınızda sahilin hemen yanında uzanan bir soğuk kaynak suyu bulunması. Abartmıyorum bu su kanınızı donduruyor, fakat güneşlendikten sonra bir iyi geliyor ki ben denizinden daha çok sevdim :). Hatta getirdiğimiz maden sularını da orada soğuttuk, ahhh bir karpuz olsaydı, çatlatıyor mu diye denerdim!! Amcanın da göbeği çıkmış ama :)



Katrancı Koyu
Üçüncü gün erkenden toparlanıp, burada kaldığımız yeter deyip, Katrancı Koyu’na geçtik. İsot buraya çok uzun yıllar önce ailesiyle kampa gelmiş. Gitmeden önce yolda, bir anlattı bana bir anlattı denizi kumsalı güzel kamp alanı iyi dedi… Fakat İsotun çocukluğundaki Katrancı Koyu’ndan eser yoktu gittiğimizde. Bir kere o kadar çok insan varki, burası mahalle gibi bir yaşam alanına dönmüş, gürültü var,çöp var ve hiç durmadan yangın yeri gibi tüten mangalların dumanı var… kamp yerinde adım atılacak yer yok ve çadırlar yan yana… yani kamp zihniyetini kentli şeklinde bitişik nizam kuran bir yer burası… neyse çadırımızı kurduk yine de. 

Fakat anladık ki biz burada pek zevk alamayacağız, istikamet Fethiye üzerinden Ölüdeniz…

Ölüdeniz’e hayran kaldım. Bu zamana kadar neden gelmediğimi de sorguladım. Günübirlik gittiğimiz için uygun bir zamanda daha uzun süre kalmaya ajandaya kaydedildi. Sanırım İzmir gibi bir deniz kentinde büyüyenlerin kaderi, akrabalar, konu komşu hep yakın sahil köylerinde olduğundan öyle bir yaz tatilinde farklı yerleri dolaşma şansı olmuyor. İsot bu anlamda daha avantajlı, çünkü kendisi Ankaralı. Ama onun da bütün yaz tatilleri, yazlıklarının bulunduğu Kuşadası’nda geçmiş. Ama orayı alana kadar kıyı şeridini dolaşmışlar… Neyse Ölüdeniz’e varmak için bir dağ aşmanız gerekiyor ve dağın tepesine vardığınızda Ölüdeniz size kucak açmış bekliyor. Şehre girişte tepeden güzel bir manzarası var yani…  

Burası genelde İngiliz turistlerin bolca bulunduğu bir yer… İnanılmaz pahalı bir yer yani ben orda bir restoranda yemenizi tavsiye etmem, Avrupa fiyatlarıyla yarışıyor resmen.. Yani cadde üzerindeki yerler öyle, vaktimiz olsa uygun yerler bulabilirdik belki ama benim ilk izlenimim bu şekilde. 


Ölüdeniz Tabiat Parkı
Biz Ölüdeniz Tabiat Parkı’nı sahile girmek için tercih ettik. Ben şaşırtıcı derecede güzel, bakımlı buldum tabiat parkını. Yarımadanın iki tarafında da denize giriliyor. Arka tarafın denizi oldukça sığ, çocukların bir de benim tehlikesiz oynaması için ideal bir yer. Diğer taraf ise genelde yabancı turistlerin güneşlendiği yer ve tam karşısında küçük bir adacık bulunuyor. İsot için “CHALLENGE ACCEPTED!” :). Adaya kadar yüzüyor tabi bizimki.

Ölüdeniz
Güneşlenirken kafanızı kaldırdığınızda bir sürü yamaç paraşütü görüyorsunuz. Sürekli geliyorlar, sanırım 30’dan fazla saydım. Sahilin diğer ucundaki bir yere de iniyorlar.  Güzel değişik bir manzara.. Dönüş yolunda, her sahilde yaptığım gibi, evdeki balığımın fanusu için birkaç şirin taş toplayıp çantama attım.
Ölüdeniz Halk Plajı


Akşam Fethiye’ye dönüp yemeğimizi orda yemeğe karar verdik. Fethiye süper lüks, “all inclusive” ve kıyıya paralel uzanan otellerle cağnımm kıyılarını mahvetmemiş. Takdir ettim. Önce manzaranın olduğu yerde bir durduk. Bir şehre kuşbakışı göz attık. Sonra yemek için şehre indik. Gelmişken Meşhur Fethiye Köftecisi’nde bir köfte yemenizi tavsiye ederim. Menüleri zengin ve lezzetli. Yemekten sonra sahil boyunda şöyle bir dolaştık, çayımızı içtik… Derken 30 Ağustos hasebiyle mehter geçişini izledik… Sonra da çadırımıza geri döndük.
Katrancı 2. Koy yolu
Son gün Katrancı'nın arkada kalan ikinci koyunda zaman geçirdik.Burada nispeten insanlar daha az, daha sakin ve daha bir kamp yerine uygun. Giderseniz ikinci koyu tavsiye ederim. Gerçekten kumu katran gibi ve oldukça koyu renkli.

Kısacası efendim, kamp hayatı zorluklara rağmen sakin ve huzurlu… Ölüdeniz gidilesi görülesi daha fazla zaman ayrılası…. 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder