Dördüncü günümüzün planını çoktan yapmıştık. Önce kahvaltı, sonra Gorki
Park, Nazım Hikmet Mezarlığı ve ardından Moskova Devlet Ünviersitesi’nin
bulunduğu yer. 1 ocak olması sebebiyle her yer kapalıydı. Kahvaltımızı yapacak
küçücük bir yer bile bulamadık. Ve genelde saat 14’te açılacak kafeler vardı. Zar
zor küçük bir büfe bulup hiç de lezzetli olmayan hot dog yedik. Oradan Gorki
Park’a geçtik. Moskova Nehri yanında yer alan bu park, yaz aylarında herkesin
gelip çimlerinde oturup dinlediği ve zaman geçirdiği bir yermiş. Fakat nehri
bile donduran buz gibi bir hava olduğu için kimsenin bulunmayacağını
düşünüyorduk. Parkın girişine öyle bir kapı yapılmıştı ki, parkın büyüklüğünü
girişnden tahmin edebiliyordunuz. Sonra ailelerin küçük çocuklarıyla ellerinde
kızaklar, buz patenleriyle akın akın parka gittiğini gördük. Meğer parkın
tamamına koskocaman (ben hiç böyle bir yer gösmemiştim) bir buz pisti
yapılmıştı. Aslında buna pist demek yanlış olur. Parkın ana yollarını buz
yoluna çevirmişler ve daire şekli vermişler. Bir ucundan bir ucuna birkaç
kilometrede gidebileceğiniz devasa kıvrımlı bir buz yolu. Ve herkes genç yaşlı
paten yapıyordu! Çok güzeldi. ama biz ne yazık ki paten yapamıyorduk. O yüzden
İso ile sözleştik. Bundan 10 yıl sonra Moskova’ya kışın tekrar gelicez. Önce
şık giyinip Bolşoy’da bale veya opera gösterimizi izliycez, sonra da Gorki
Park’ta buz pateni yapıcaz. Tabi o zamana kadar pateni öğrenmemiz lazım :).
|
Gorki Park |
Gorki Park’ta o soğukta spor yapanlar, koşanlar vardı. Biz dengemizi zor
sağlarken, bu adamların tabiatı soğuğa alışkandı. Bir de yeri gelmişken hava o
kadar soğuk olmasına rağmen, alımlı kızların ve kadınların, sivri topuklarla ve
incecik kısacık kıyafetlerle sokaklarda salınmasına değinicem. Tamam kızları
güzel… Güzel de niye ben orda gardrop gibi dolanırken hatta hareket etmeye
çalışırken bunlar böyle giyiniyor? Sanki soğuk onlara işlemiyor, sanki buzlu ve
karlı yollar onları korkutmuyor gibiydi. Dedim ya bizim vücudumuz ve yapımız
sıcak ülkelere göre tasarlanmış onlar da soğuk ülkelere göre…
|
Moskova Nehri Üzerinde |
Gorki Park’ta nehir boyunca yürüyüp, tablet yardımıyla Nazım Hikmet
mezarlığına vardık. Öncelikle mezarlığın belli saatleri var. Mezarlığın adı
Novodeviçi Mezarlığı ve yanılmıyorsam 9-17 saatleri arasında açık. Nazım
Hikmet’in haricinde Gorbaçov’un eşi, Gogol, Çehov gibi ünlülerin de bulunduğu
bu mezarlık özel bir yer, bir anıt mezar…. Mezar taşları ünlü heykeltıraşlar
tarafından yapılan yer sanat eseri gibi duruyor. Çok sayıda değişik mezar
taşını görebiliyorsunuz. Tabiki Nazım Hikmet’in yeri her Türk’ün gönlünde ayrı
ve sanırım bu mezarlığa en çok yabancı ziyaretçiler de Türklerden geliyor. Nitekim
bunu mezara koyulan çiçeklerden ve şiirlerden anlayabiliyorsunuz. Bir de kısa
ziyaretimizde çok sayıda Türk gördük, kafileler halinde geliyorlar. Nazım
Hikmet’in de yanında son eşi Vera’nın mezarı bulunuyordu. Nazım’ın mezar taşı başta size de tuhaf
gelebilir, fakat sonradan yaptığım araştırmalarda “Rüzgara Karşı Yürüyen Adam”
adlı ünlü şiirinden esinlenilmiş olduğunu öğrendim.
|
Novodeviçi Anıt Mezarlığı |
|
Nazım'a Giden Yol |
Nazım’ı ziyaret ettikten sonra yolumuz Moskova’nın simge yapıtlarından 7
kız kardeş olarak adlandırılan gökdelenlerden birine düşüyordu. Öncelikle
hikayeyi anlatayım. Moskova şehri 8 asır önce kurulmuş bir şehir imiş. Her yüzyılı
simgelemesi için şehrin faklı noktalarına ucu sivri devasa gökdelenleri inşa
etmişler. Fakat 8. yüzyılı simgeleyen gökdelende sorunlar çıkmış. Bu sekizinci
gökdelen Romanovların kilisesinin hemen yanına inşa edilmiş ve muazzam
büyüklükte bir yermiş. O dönemde bu gökdelenin sahibi uluslararası bir otel
zinciriymiş. Fakat otel büyüklüğü ve ihtişamı ile Kremlin Sarayı’nı gölgede
bırakmış ve işin kötüsü Kremlin’in hemen yanındaymış. Bu yüzden dönemin
hükümeti bu yapıyı yıkma kararı almış. Bina yıkılmış. Sonra tekrar yapılmak
istendiyse de zemin etüdü çok sağlam olmadığı için izin verilmemiş. Nitekim Moskova’nın
geçirdiği sekiz asrı simgeleyen gökdelenlerin sonuncusu şu anda bulunmuyor. Bunlardan
birisi de bizim gittiğimiz Moskova Devlet Üniversitesi idi. Hava o soğuk kış
gününde puslu olduğu için ucunu görmek imkansızdı ki uzunluğunu siz tahmin
edin. Zaten binanın yanından bir tepe noktasına bakayım deseniz boynunuz
tutulur. Bina önünde çok geniş bir bahçesi yer alıyor ve ana kapısı bu
gökdelenin zirve noktasını da barındırıyor. Fakat etrafından dolandığınızda
bunun dikdörtgen yapılı bir bina kompleksi olduğunu ve içinde de bahçesinin
bulunduğunu fark ediyorsunuz. Etrafı bir kampüs havasında ve sanırım kompleksin
belli kanatları öğrenci yurdu olarak tahsis edilmiş. Üniversitenin hemen önü
bir çeşit seyir tepesi, yani buradan bütün şehri görebilir ve bol bol fotoğraf
çekebilirsiniz. Bina 1950’lerde inşa
edilmiş ve bence görece yeni bir yapı. Keşke içini de gezip en son katlara
gitme fırsatımız olsaydı. Çünkü gökdelenin en üstünde gerçekten birilerinin
ofisleri yer alıyor mu diye merak ettim. Kesin orda ofisi olanlar kış günlerinde
bulutların üstünde gibi hissederler!
|
7 Kız Kardeşlerden Biri: Moskova Devlet Üniversitesi |
Dördüncü günümüz sanırım en yoğun günlerimizden biriydi. Hava sıcaklığının
15 derece artması da keyfimizi yerine getirmişti. Akşam son durak olarak meşhur
Arbat Caddesi’ne gittik. Geçmişte Moskova surları dışında kalan aslında merkeze
10 dakika mesafede olan bu yer Arapça “Rabad”dan üretilmiş ve aslında “varoş”
anlamına gelmekteymiş. Vakti zamanında çok sayıda gecekondunun bulunduğu bu yer
şimdi turist merkezi olmuş. Giden Türklerin bloglarından okuduğum kadarıyla
burayı İstiklal’e benzetenler var ama benim için uzaktan yakından alakası yok.
Bir kere İstiklal’in o cıvıltısı kalabalığı eğlence yerleri yok. Varsa yoksa
kafe, hediyelik eşya dükkanları ve restoran. 1 Ocak akşamı olmasına rağmen o
kadar da kalabalık değildi. Yine burada da Christmas Pazarları vardı ama
dediğim gibi benim için sönük bir yerdi. Sadece Türkiye’de bile görmediğim
deveyi o ünlü sokakta görmem beni dumur etti. Akşam benim müptelası olduğum Dunk’n
Donuts da günü sonlandırdık. Bu arada bütün uluslararası yiyecek zincirleri bu
ülkede Kiril alfabesi ile yazılıyor. Dunk’n Donuts, Starbucks, Subway,
McDonalds ve Burger King’in sadece renkleri ve amblemlerinden akıl yürütüp
içeri giriyorsunuz yani…
|
Dunk’n Donuts, Starbucks, Subway, McDonalds ve Burger King |
|
Arbat |
Son günümüzde (2 Ocak), artık son kalan yerleri hızlı bir tempoda gezmemiz
gerekiyordu. Aslında bugünkü programımız bana daha çok Komünist dönemleri
hatırlattı. Başlangıcı Uzay Müzesi ile yaptık. Uzay müzesi aslında bu milletin
Amerika ile Soğuk Savaş dönemindeki yarışının bir iftihar tablosu adeta… Ruslar
bilindiği gibi uzay hakkında oldukça donanımlılar ki bunu müzeyi gezerken
hissedebiliyorsunuz. Müze Noel tatilinde ücretsiz olduğu için insan akınına
uğramıştı. Tabi biz de bu fırsatı kaçırmadık ama içeri girebilmek için tam bir
saat sırada bekledik. Ama gerçekten değdi, hatta şöyle diyebilirim bütün gezi
boyunca en ilgi çekici yer benim için bu Uzay Müzesi idi. İçeri girdiğinizde
ücretsiz biletlerinizi alabiliyorsunuz. Fakat eğer müzede fotoğraf çekmek
istiyorsanız onun için de özel bir bilet mevcut. Aksi halde içerde foto
çekemiyorsunuz.
|
Güzel dimi? |
Genelde reprodüksiyon olan maketler oldukça etkileyici, müzenin içi ve duvarları da gökyüzü şeklinde dekore edilmiş, bir de girişte uzay bilimlerine katkısı olan bilim adamlarının heykelleri yer alıyor. Girişteki bu eserler benim açımdan oldukça güzeldi. Hele iki tane yağlıboya resim vardı ki bunların kartpostalları ya da posterleri olsa kesin alırdım. Ama ne yazık ki yoktu. Burada araştırma için fırlatılan araçlardan, bu hizmete gönül vermiş kozmonotlardan, uzayda yapılan faaliyetler, yiyecekleri saklama yöntemleri, roketlere kadar her şeyi bulabiliyorsunuz. Aynı anda LCD ekranlarda Gagarin’in uzay macerası, deney amacıyla uzaya gönderilen iki köpeğin maketine kadar her şey var, hatta kozmonotların konakladığı son gecede imzaladıkları otel odası kapısını bile sergiliyorlar. En nadide parçalardan biri de birebir bir uzay mekiğinin içini dolaşabiliyorsunuz! Yani bence öyle klasik tarih, sanat müzelerinden ziyade böyle bir müze benim hoşuma gitti.
|
Uzay Mekiği |
|
Uzaya Gönül Veren Rus Kozmonotlar |
Uzay müzesinden sonra VDNH (All Russian Exhibition Centre)Parkı hemen
ilerde yer alıyordu. Parka gidip etrafı dolaştık. Her tarafta akın akın
insanlar tatile özel programlar vardı. Ama biz kuyrukların ne anlama geldiğini
bilemediğimiz ve zamanımız az olduğu için dolaşmakla yetindik. Sanırım o uzun
kuyruklardan biri yine upuzun buz yolu içindi.patenini kapan gelmişti. Bir
diğeri ise dinozor park, mekanik sergi ve aquapark içindi. Bu parkta da
Rusların Noel Babası olan Yolka’nın bir sürü heykeli, bir sürü kardan adam,
Sochi maskotu ve kocaman üstü çok ustaca Komünist dönemi resmeden bir uçak yer
alıyordu. Çoğunun tabiî ki fotoğrafını çektik.
|
Hayran Kaldığım Resim |
|
Bu da İkincisi |
|
VDNH Giriş Kemeri |
Zaten akşam olmuştu ve ben oldukça yorulmuştum. En son kalan ise herkesin
tavsiye ettiği Metro turu idi. Amaann canım bir metro ne kadar gezilesi
olabilir ki demeyin. Gidin Moskova Metro duraklarını görün. Size tavsiyem tek
bir günde hepsini görmeye kalkışmayın. Biz öyle yaptık ve bir yerden sonra ben
sıkıldım. Özellikle kış aylarında gidiyorsanız çok üşüdüğünüzde metro turu
yapın hem oturun dinlenin, hem de biraz ısının ve günlere bölün. Her durak
birbirinden farklı. Öncelikle Moskova metrosu imrenilecek şekilde tasarlanmış.
Metroya inerken merdivenler o kadar uzun ki yaklaşık 2-3 dakika sürüyor inmeniz
ama metro en fazla 1,5 dakikada (90 saniye yani) bir geliyor. Metroyu resmen
örümcek ağı gibi ve katman katman örmüşler. İlk bakışta zaten bu teknik muazzamlığa
hayran kalıyorsunuz. Ve bence Komünist dönemin o mekanik ihtişamını ve teknik
muntazamını burada görüyorsunuz. Sonra ayrıntılar dikkatinizi çekmeye başlıyor.
Mesela her yürüyen merdivenin bittiği yerde küçük bir kulübede yaşlı teyzeler
çalışıyor. Bunlar merdivenin sürekli işlemesinden sorumlular…
|
2-3 dakika süren yürüyen merdivenler |
|
Metroyu Çekerken :) |
Bir de bu yaşlı
teyzeleri bütün müzelerde, turistik yerlerde her yerde görüyorsunuz. Moskova’da
işsizlik oranının %1 olduğunu öğrenince pek bir anlamlı gelmeye başladı bu
kadar teyzenin çalışması :). Merdivenlerden indiğinizde artık bir sanat eseri
olarak metro duraklarını bulabilirsiniz.
|
Harika!! |
Bence Komünist dönemi özümsemek için öyle müzeye gitmeye gerek yok Moskova’da! Alın bir bilet metroyu dolaşın, duvarlardaki resimlere, heykellere, ışıklandırmalardaki orak çekiç kakmalarına, girişlerdeki mimariye bakın, inceleyin. Orda tarımın ve sanayinin önemini, havacılığın özel yerini, kadının çalışma hayatına eşit katılımını ve üretime desteğini görün. Dayanışma ruhunu ve duruşlarıyla resmedilen onurlu işçi sınıfını görün. Ağzınız açık kalacak, takılıp kalacaksınız… biz yaklaşık 3 saat dolaştık ve hala gezilecek duraklar vardı, ışıklandırma fotoğraf için harikaydı ve bir sürü foto çektim. Kimi duraklarda ise simetrinin muntazam göz oyununu fotoğrafladım. Bizim gezdiklerimiz, Prospekt Mira, Komsomolskaya, Kurskaya, Elektrozavodskaya, Arbatskaya, Marksistkaya, Mayakovskaya, Novokuznetskaya, Shosse Entuziastovkaya, Lubyanka idi. Başka bir nokta da bazı metro durakları binaların altında bazıları ise Moskova Nehri üzerindeki köprüde bulunuyor. Yani metrodan çıktığınızda kendinizi ofislerin olduğu bir binada ya da köprünün orta yerinde bulabilirsiniz.
|
3 Saatlik Metro Turunun Ardından |
Böylece Moskova turumuz da sona ermişti. Uçuşumuz sabah saat 4’te olduğu
için gece yarısı otelde valiz odasına bıraktığımız eşyalarımızı alıp trene
atladık. Havalimanına vardık, her şey güzeldi hoştu ta ki biz yeğenimiz Poyraz
Ali’ye kartpostal atmak için bir postane ve pul arayana kadar. Postane
kapalıydı. Ama önünde bir posta kutusu yer alıyordu. Biz de pul bulabilirsek
buraya atabiliriz diye düşündük. Siz pulu nerden alırsınız, ben en iyi
ihtimalin kitapçıda olduğunu düşündüm ve iki tanesine sordum. Her ne kadar ben
İngilizce konuşsam da yüzüme angut gibi bakıp Rusça konuşmaya ısrar eden ve
resmen azarlar tarzda davranan satıcılarla karşılaştım ve inanılmaz sinirlerimi
bozdular. Ben de Türkçe konuşsaydım keşke, gayet iyi anlaşırdık böylece… Neyse
bundan vazgeçtik, son kontrol yerinde eşyalarımızı kontrolden geçirecekken Rus
teyzenin biri elimizdeki kutuyu sorgusuz sualsiz kaptı ve hiç bir şey demeden
kendi eşyalarını doldurmaya başladı. Neyse dedik ama son bomba pasaport kontrol
memurundan geldi. Zat-ı muhterem yabancı olduğumuzu bilmemize ve belirtmemize
rağmen Rusça konuşmaya ve bir şeyler söylemeye devam etti. Sonra ben pasaport
ile arasındaki bileti verdim. Pasaportu bana doğru itti sonra göçmen kartı ile
bileti aldı. Ben de zannediyorum ki pasaportumu alabilirim. Almaya
kalkıştığımda kendine çekti, sonra tekrar uzattı sonra ben tekrar almaya
yeltendim ve kadın homurdanarak hem yanındakine hem de bana bir şeyler söyledi,
bana ters ters baktı, kontrol sürecini bilerek uzattı. Ben de artık kendimi
tutamayıp küfür ettim… Ya kardeşim her şeyi anladık da pasaport kontrole niye
böyle İngilizce bilmeyenleri koyuyorsunuz, giderayak canımızı sıkmanın alemi
ne? Ben o sinirle geçince yemişim duty free’sini buradan hiçbir şey almam bir
an önce gitmek istiyorum deyip son dakikaları tatsız bir şekilde geçirdim. Yani
artık bu millet benim gözümde son izlenimimle kalacak. Kaba, ruhsuz, mutsuz, soğuk,
otoriter, hiç gülmeyen ve tek bir kelime İngilizce bilmeyen… Burdan
Türkiye’deki özellikle Antalya’daki Rus nüfusu hakkında da yorum yapmak mümkün,
sıcak hava, deniz-kum-güneş, uygun fiyatlar, sıcak ve samimi insanlar görünce
bizim buraları ikinci memleketi yapmaları da kaçınılmaz gibi görünüyor.
|
Kısa ziyaretten elimizde kalan anılar |
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder