|
Charles Köprüsü |
Orta
Avrupa turumuzun üçüncü ayağı Prag şehriydi. Ne yazık ki Budapeşte’de
talihsizlikler peşimizi bırakmadığı için Prag turumuz gecikmeli olarak başladı.
Otogara indiğimizde şehir içi ulaşım için günlük biletlerimizi alalım dedik.
Ama pek de insan canlısı olmayan metro çalışanları bizi sadece bilet
makinelerine yönlendirdiler. Fakat işin kötü tarafı bu makineler kağıt para
kabul etmiyordu ve 20 euroya yakın 2 tane günlük bileti tamamen bozuk parayla
almayı denedik.
Bozuğumuz olmadığı için yine pek yardımsever olmayan metro
dükkanlarının sahiplerine bozdurmalarını rica etsek de olumlu cevap alamadık.
Hal böyle olunca hem Berlin biletlerimizi almak için hem de kahvaltı yapabilmek
için tekrar otogara gittik. Bu vesile ile paralarımızı da bozarız diye
düşündük. Kahvaltılık snack ve kahvelerimizi alırken fark ettik ki otogarın
çıkışında hemen sol tarafta bulunan markette günlük bileti kasadan
alabiliyormuşuz. Kısacası Prag’a indiğinizde nerden bilet alıcaz diye
bakınmayın, girin markete, sevimli kasiyerden alın :).
Ben
yorgunluktan kendimden geçtiğim için saat 10:00 gibi vardığımızda, minik kuşum
Meltem (yurttan 8 yıllık arkadaşım ve benim için kardeşten öte böcüğüm) ile
12:00 civarında buluştuk. Ben Meltem’in evinde bir süre uyuyup yorgunluğumu
atmayı tercih ettim. İsotum tabiî ki bir sefer geliyorum hiç kusura bakma ben
dinlenmem deyip yollara attı kendini :). Öğleden sonra buluştuğumuzda çoğu
önemli yerini gezmişti zaten.
|
Prag Kalesi'ndeki Katedral |
Karınlarımızı
doyurduktan sonra, hava kararmaya yakın olduğu için Prag Kalesi’ne 22 nolu tramvayla gittik. Prag kalesi bütün şehri görebileceğiniz bir tepede konumlanmış durumda.
Bizim girdiğimiz tarafta sanırım Gotik mimari ile yapılmış katedral
bulunuyordu. Gerçekten motifleri ile etkileyici bir yapıydı. 2007 yılında ilk
defa buraya geldiğimde de kale civarındaki mimari yapıdan etkilenmiştim. Bu
gidişimde de bendeki etkisini yitirmemiş olduğunu fark ettim. Katedralin önünde
sanırım Uzakdoğulu bir gelinlik firmasının katalog çekimleri vardı ve buna da
tanıklık ettik.
Prag’a
dair en çok dikkatimi çeken şey çeşitli süslemelerle, işleme ve boyutlarla her
sokak başında rastladığım kapılardı.
Bence günün birinde sadece bu konseptle seyahat edip kapıların fotoğraf
koleksiyonunu yapmayı düşünebilirim diye geçirdim içimden. İsot her ne kadar
benim kapılar hakkında obsesif olduğumu düşünse de, gördüğüm kapıların
olabildiğince de fotoğraflarını çekmeye çalıştım tabi.
|
Sokak Korosu |
|
Prag Kalesi'nden Manzara |
|
Kafka Müzesi Bahçesi |
Kalenin
içinde kalan meydanı dolaşıp ünlü merdivenlerinin bulunduğu yerden şehir
manzarasını bir turist güruhu arasından çekip izlemeye çalıştık. Sonra
merdivenlerden aşağı inip Kafka müzesinin bulunduğu taraftan dolanıp,
sonrasında Charles köprüsünden geçtik. Kafka müzesi o saatlerde kapalıydı,
fakat 2007’de geldiğimde ben girmiştim. Hatırladığın ne var diye sorarsanız
sadece bahçedeki çiş yapan iki metal erkek heykeli :). Charles köprüsünde adam
akıllı fotoğraf çekemedim çünkü İsot bekleme sabrını gösteremedi. Zaten çok
kalabalık olduğu için güzel bir kare yakalamak için uygun bir zaman da değildi.
Fakat köprünün üzerinde yeterince zaman geçirip sokak sanatçılarının
performanslarını seyretmenizi tavsiye ederim. Köprünün hemen altında old town
tarafındaki kukla dükkanları da gezilip görülesi yerler arasında. Arzu
ederseniz el yapımı güzel kuklalar mevcut, fakat ben genelde bunları oldukça
ürkütücü bulduğum için almayı düşünmedim. Bir de palyaçolar bu derece ürkütücü
gelir bana, ki bununla ilgili başka bir anım da var ama konudan sapmayalım, onu
sonra anlatırım.
Neyse
oradan Astronomik saate gidip herkesin yaptığı gibi, dakikalarca saatin önünde
bekleyip o seremoni içinde çalışını ve hareketlerini izledik. Bir sonraki gün
katıldığımız free tour sırasında rehberimiz Filip, ilk görüşte bu saatin bir
hayal kırıklığı olduğu ama 600 yıldan fazla süredir kusursuz mekaniğinin
işlediğini öğrendik. Bu dönemlerden kalması nedeniyle bir mühendislik harikası
olduğunu belirtti Filip. Bir de tabi ki mesaj içeren bir boyutu da bulunuyor.
Saatin en solunda ki aynaya bakan eleman kendini beğenmişlik ve kibirliliği,
yanındaki kesesi para dolu sözde Yahudi cimriliği, saatin sağ tarafındaki
iskelet ölümü ve en sağdaki elinde bir çalgısı bulunan doğulu figürü ise Türkü
ve şiddeti zalimliği simgeliyormuş. İlk iskelet elindeki çanı çalar ve bundan
sonra tepede 12 havari geçer, bu vakitten kibirli, cimri ve zalimin sonu
gelmiştir. Yani burada da ünümüz namımız yürümüş efendim demeden geçemiyorum…
|
Evvveet Astronomik Saat :) |
Eğer Prag’a gidip de bu saati ve performansını görmek isterseniz 21:00’den önce
ve saat başında bulunmanız gerekiyor. Fakat öyle tuhaf bir kalabalık var ki
burada. 15-20 dakika boyunca bekliyorlar, çoğaldıkça çoğalıyorlar ve 1
dakikadan az performansı gördükten sonra biraz da hayal kırıklığıyla “aaaaa”
layıp aynı zamanda alkışlıyorlar. Sonra çil yavruları gibi bir anda
dağılıyorlar. Noluyo yaaa deyip ben kalabalığa daha çok şaşırdım sanırım :).
Bir de geçen gelişimde öğleden sonra ve haftasonu olduğu için ekstradan özel
kostümlü eski çağlardan kalma kişilerin geçidi de düzenlenmişti. O zaman en
azından biraz heyecan oluyor :).
Bir
de Charles Köprüsünün ayağında bir Orta Çağ İşkence Müzesi var. Bu gidişimde
girmedim, fakat öncesinde unutamayacağım birkaç kareyi görmüştüm. Hala da çok
açık ve anıt işkence aletlerinin birkaçını hatırlıyorum. Bence bir alternatif
olarak gidilebilir.
|
İsot ördek ile boğuşurken :) |
Neyse
astronomik saatimizin görülmesi de tamamlandıktan sonra 4 yıldan beri Çek
Cumhuriyeti’nde ve 3 yıldır Prag’da yaşayan Meltem’im ile buluştuk. Meltem
yemek için bizi Kolkovna adında bir zincir olan restorana götürdü. Schnitzel ve
ördek siparişini Meltem’in ısrarları sonucu geldik. Biz fiyatları uygun bulup,
çok da büyük bir şeyin gelmeyeceğini tahmin ederek böyle bir sipariş vermiştik.
Fakat bildiğiniz bütün ördek geldi. Güzelce marine edilip fırınlanmış ve lahana
ve ona benzer yeşillik püreleriyle beraber servis edildi. Şunu söyleyeyim
Prag’da bir yemeğe 200 krondan (8 avro civarı) fazla bir biraya ise 40 krondan
(1,5 euro civarı) fazla para vermemeniz rehberimiz tarafından önerildi. Adam
Prag’da doğup büyüdüğü için güvenilir diye düşündük. Mesela orda ördek fiyatı
280 kron civarıydı ve kesinlikle 2 kişiye yetecek büyüklükteydi. Yani
Kolkovna’ya giderseniz ördek iki kişiyi rahatlıkla doyuruyor. Çok da güzel ucuz
biralarla uygun bir akşam menüsünü çıkarabilirsiniz. Bu arada hazır krondan
bahsetmişken, döviz ofislerinin yaptığı bir hileden bahsetmeden geçemiycem.
Döviz ofislerinin önündeki tabelalarda asılı olan fiyatlara lütfen kanmayın!
Çünkü onlar yüksek bir meblağdan sonraki değişimler için (sanırım 100 euro).
Bir de en düşük komisyon oranı Florenc’te. Florenc ise otobüsa garının bulunduğu semt oluyor.
Biz
yemeğimizi birkaç bişiler içtikten sonra tam Meltem’in şehrin çok az dışında
komunist dönemden kalma milyonlarca katlı ve milyonlarca daireli, küçük ama
muhteşem manzaralı (eee ev 15. Katta olunca:)) evine gitmek için yola
koyulmuştuk.
|
Cross Club |
Tam o sırada duraklardan birinde kapılar açıldı ve Meltem “koşun
sizi biryere götürecem” dedi. Son anda metrodan atladık:). Sonra bir makine mühendisi tarafından her
katı ve giriş bölümü farklı tasarlanan mekanik cihazlarla ve neon ışıklandırmalarla
doldurulmuş “Cross Club” adı verilen yere gittik. Benim için acayip ürkütücü
biyerdi. Fakat İsotuma göre burası aslında tam o komünist zamanların
ruhsuzluğunu, mekanikliğini ve soğukluğunu yansıtıyordu. Ve aslında İsotun
görmek istedikleri böyle şeylerdi. Neyse mekânın pek de bize uygun olmadığı
düşünerek çok da fazla kalmadık. Ve birinci günümüz bu şekilde sonlandı.
|
Astronomik Saatin olduğu meydandaydılar, muhteşem.. |
İkinci
gün astronomik saatin önünde free toura katıldık. Yukarda anlattığım hikâyeyi
dinledik. Sonra meydanda Çek Cumhuriyeti’ne önemli katkıları olan düşünürlerden
biri Yannuş’un heykelini görebilirsiniz. Burdan hareket ederek rehberimiz Filip
bizi şehrin en eski ve tek ayakta kalan kapısı olan Powder Tower’a götürdü.
Buradan ise Yahudi mahallesine geçtik. Bu mahallenin girişinde Kafka’nın
kişiliğine uygun ilginç bir anıtı bulunuyor. Hemen girişte ise merdivenlerden inmek zorunda kalıyorsunuz, çünkü Yahudi mahalleleri o dönemin Avrupasında her
zaman normalden daha alçakta yapılırmış.
|
Endülüs mimarisinden esinlenen sinagog |
Buradaki girişte sizi hemen farklı
mimaride bir sinagog selamlıyor. Bu yapının kıvrımları ve süslemeleri şehrin
bütün diğer yapılarından farklı imiş. Bu dönem Avrupasında Yahudilere eşit
yaşama hakkı tanıyan Endülüs Devleti’nden esinlenerek Doğu motifleriyle
süslenmiş.
Prag’daki
Yahudi mahallesi Nazi döneminde Hitler tarafından yerle bir edilmeyen tek
Yahudi muhitiymiş. Bunun nedenlerinin farklı olduğu ileri sürülmekteymiş
efendim. Bunlardan en ilginci Hitler burayı nesli tükenmiş bir ırkın egzotik
müzesi olarak tasarladığı ve dünyaya bir miras olarak bırakmayı düşündüğü bir
alan olması. Çok da düşünceliymiş (!) burada yer alan mezarlığın ise çok küçük
olmasına rağmen 12 katmandan oluştuğu biliniyor. Bunun da hatırlayamadığım
dinsel bir özel sebebi vardı. Fakat bu “Jewish Square” adı verilen yerde, halen
faaliyette olan bir sinagog ve hemen onun bitişiğinde bir anıt müze bulunuyor.
Geçen sefer de bu sefer de gitmeyi arzulayıp giremediğim göremediğim bir yer
efendim…
|
Wenceslas Meydanında |
Bizim
free tourumuz burada sona ermişti. Bizde buradan Wenceslas Meydanı’na doğru şık
mağazaların olduğu bir caddeden geçtik. Meydanda yine benim hayranlıkla
baktığım sokak sanatçıları ve küçük büfeler vardı ve ben yine kendimi
kaybettim.
|
Havelsky Market |
Buradan kendimizi ara sokaklara verdiğimizde sıcak şarap ile çok
sayıda hediyelik eşyanın bulunduğu bir açık pazarı içgüdülerimizle bulduk artık
:). Bu marketin adı Havelsky Market ve
almak istediğiniz çok sayıda turistik malzemeyi burada daha uygun fiyatlara
bulabilirsiniz. Biz buzdolabı sticker, anahtarlık, shot bardağı, Poyraz
Ali’mize tahta araba seti ve mumluk aldık. Aslında kilo sınırımız olmasaydı
alınacak çok şey vardı ama….
Saat
17:30’da Berlin otobüsümüz olduğu için bir yarım saat kadar Meltem’imi gördük,
o da bizi en ünlü kahve ve ikramların olduğu Louvre Cafe’ye götürdü. Orda sıcak
çikolatamızı içip, taksiye atladık… Meltem’in Türk damarı kabarmış olacak ki
bir güzel çatır çatır Çekçe konuşarak taksiciyi uzun yoldan gidiyor diye
payladı :). Öyle böyle derken otogara vardık. Emanetten eşyalarımızı aldık,
Meltem’i arkamızda bırakarak el sallaya sallaya Prag’dan ayrıldık. Ve o dakika
anladım ki böcüğüm artık oralı olmuş :(….
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder