26 Ekim 2013 Cumartesi

Orta Avrupa Turu I-Viyana-Bratislava- Ekim 2013

Çok uzun süreden beri heveslendiğim fakat bir türlü fırsatını bulup da gidemediğim Orta Avrupa ve özellikle Budapeşte’yi görmek bu seneye nasipmiş, meğer…Kurban bayramı tatilini değerlendirmek için Orta Avrupa turunu seçtik. 5 ay öncesinden aldığımız indirimli biletlerle oldukça uygun fiyata geldi uçak biletleri. Fakat yine de vize ücretleri ve onun için ayrılan zaman ucuz biletlerin faydasını yok etti gibi bir şey oldu. Siz siz olun ya yeşil pasaportunuz olsun, ya da vize isteyen ülkeleri protesto edip gitmeyin! Uzun ve zahmetli bir iş. Vizemizi Ankara’dan aldık ve belgeleri toplamak için yaklaşık 10 gün uğraştık.

Gitmeden önce valiz hazırlarken tavsiyelerim: çok fazla eşya almayın, muhtemelen çok dolaşacaksınız o yüzden çok ama çok rahat ayakkabılar alın, bloglara, forumlara göz atın. Son olarak, bütçeniz kısıtlıysa size en önemli önerim, Avrupa’nın bir çok büyük kentinde bulunan FREE WALKING TOUR’u araştırın. Bu yeni akım amatör ruhla çalışan fakat profesyonel rehberlik yapan öğrenci ve gençlerin oluşturduğu bahşiş esasına dayanan bir rehberlik hizmeti… gittiğiniz ilk gün bu turlara katılırsanız, şehir ve gidilecek yerler hakkında bir fikre sahip oluyorsunuz, hem de sadece bir bahşiş fiyatına… bu konuya bilahare tekrar dönücem.

Antalya’dan uçağımız sorunsuz zamanında kalktı. Viyana’ya uçtuk. Havaalanından günlük aldığımız ulaşım biletleriyle (daha uygun tavsiye ederim) otelimize U-Bahn ile ulaştık. 

Otelimize yakın Tuna Nehri
Kaldığımız otel iyi bir konumda idi ve şehir merkezine yakındı. Otelin adını da vereyim efendim. Meininger Hotel Franz. Tabiî ki kendi ülkemize has otel işletmeciliği ve hizmet mükemmelliğini orda beklemeyin. Avrupalılara kıyasla ülkemde tek geçtiğim sektör turizm hizmeti sektörü, göğsümü gere gere 10 numara 5 yıldız diyebilirim. Oradaki konaklama imkanları ve hizmet olanaklarının kat kat üstünde bir hizmet anlayışımız var. Neyse.. Otelde tek sorun çok da insan canlısı olmayan resepsiyon ve en önemlisi internetin odalarda sorunlu olması. Bir de her şeyin ekstra ücretli olması. Kahvaltı fiyatlara dahil değil, bir de verdikleri kahvaltı iyi olsa canım yanmayacak. Maalesef ülkemizdeki gibi dört dörtlük bir kahvaltı anlayışı yok zaten. Bir de saat 3’te check in sabah 11 de check out olur mu kardeşim! Eğer sabah daha fazla kalmak istiyorsanız,bir ekstra ücret daha ödüyorsunuz! Fakat otel Tuna nehri kıyısında yeşillik bir alana yakındı. Erken geldiğimiz için valizlerimizi bırakıp attık kendimizi yollara….

Al Yazmalım şarkısını söyleyen genç Türk sokak sanatçıları :)
Ben Avrupa’da saraylar, müzeler, meydanlardan çok, açık pazarlar, uygun, istisnai lezzet yerleri, açık hava festivalleri, sokak performansları ve grafittilerle mest olan birisiyim. Belli bir yerden sonra artık tarihi eserleri ve sayısız yapıları görmek can sıkıyor. Tabi zamanında bunları da yaptım, (belki de o yüzden sıkıldım) ve mazur görün ama bir yerden sonra Avrupa’nın bir çok sarayı ve meydanı birbirinin aynısıymış gibi geliyor. Bu benim nacizane düşüncem ve sanırım ben modern sanat temalarını daha bir zevkle ve doyumla seyrediyorum.


Durum böyle olunca Viyana’nın cumartesi günü açık olan Pazar yerine gittik. Naschmarkt… çok iyi bulduğumu söyleyemem daha iyi yerler de gördüm yani, genelde Türk ve göçmen hakimiyetine geçmiş kuruyemiş ve baharat dükkanları bulunuyor. Belki de bu yüzden pek çekici gelmedi. Ama bir kafede (schoko company) içtiğimiz kahve ve bademli kurabiye güzeldi, sonra falafel iyiydi… Pizza dilimleri de güzeldi. Naschmarkt’ın hemen bitiminde bir de Flohmarkt vardı. Burası da herkesin gelip tezgah açıp antika ve eski eşyaları sattıkları bir yer… Ben buralarda dolaşmaya bayılıyorum işte!

Schönbrunn Sarayı
Naschmarkt’ı dolaştıktan sonra Schönbrunn Sarayı’na gittik. İnanılmaz büyük ve manzaralı bir tepede yer alan çok bakımlı bir bahçesinin bulunduğu nadide bir saray burası. Çok iyi peyzaj işçiliği ile şekillendirilmiş bitkiler, heykeller yer alıyor. Saraya gittiğimizde akşam saatleriydi. Ve biraz yağmur yağıp, gökkuşağı çıkmıştı. Gökkuşağı ile taçlanan saray çok daha büyüleyici göründü gözümüze… son saatlere kadar bekleyip ışıklandırmalarla daha güzel fotoğraflar çekebildik. Zaten dediğim gibi burada 3-4 saatiniz rahat geçer ki biz sarayın içini dolaşmaya yetişemedik. Bir de oraya girerseniz tam gününüzü ayırsanız iyi olur.  


Akşam yemeğimizi benim bayıla bayıla ağzım sulanarak gittiğim ve çok ama çok özlediğim Nordsee’de şehir merkezinde yedik. Şiddetle öneririm, uygun fiyat lezzetli deniz ürünü yemekleri…


Belvedere Sarayı
İkinci gün şöyle bir şehir merkezini, belediye, parlamento, kilise, meydan, İspanyol at okulunu şöyle bir turlayıp, sonrasında Belvedere Sarayı’na gittik. Güzel hoş bir yer de fakat dediğim gibi artık bana pek tat vermiyor.

Sarayda çok fazla zaman harcamadan, Hundertwasserhaus’a gittik. Efendim burası ünlü Avusturyalı mimar Hundertwasser tarafından yapılmış renkli, asimetrik, eğlenceli bir apartman aslında ve sokak arasında bir yerde. Barselona’da gördüğüm Gaudi tarzına çok yakın… Gezmekten en çok zevk aldığım yer burası sanırım. Sanat ve mimarinin sınırının hayal gücü olduğunu ve daha özgür düşünerek farklı eserlerin de mümkün olduğunu hatırlatıyor. Apartmanda hala yaşayanlar var ve bir bölümü müze haline getirilmiş. Tam karşısında ise aynı tarzdan bir pasaj yapılmış, içinde hediyelik eşyalar satılıyor ve hoş bir kafe var. Biraz bulması zor bir yer olsa da bence görülesi bir yer.


Akşama doğru otelimize çok yakın Tuna nehri kıyısında insanların güneşlenip, dinlendiği salaş bir kafeye oturduk. Bu da en sevdiğim ikinci mekan oldu. Bence kesinlikle gidin, benim hoşuma gitti. İçeceklerinizi şezlonglarda yudumlayıp, yayıla yayıla Tuna’yı manzarayı seyrediyorsunuz. Tabi bu arada köpek ve spor aşığı Avrupalılar önünüzden geçiyor. Bir anneyi hem çocuk arabasını itip hem de koşu yaparken gördüğümde benim için olay bitmiştir. Spora zaman yaratamamak ve yük olarak görmek, çocuğunuz olunca bütün size özel şeylerden kendinizi soyutlamak gibi marazlı bir düşünce yok bu insanlarda! Ne kadar güzel, imrenilesi …

Zaten akşam saat 19:30’da otobüsümüz Budapeşte’ye kalkacağı için otele dönmeye karar verdik. Ama İsot çook rahat olduğu için valizleri aldığımızda saat 18:55 idi. U-bahn da geç geldi mi? Taksi anlayışı da çok gelişmediği için eli mahkum bekliyoruz ama inanılmaz bir tedirginlikle! Hele ben, işlerini hiçbir zaman son dakikaya bırakmayan, planlı programlı olan biri için çok daha kötü!! Şehirlerarası terminale 2 farklı U-Bahn ile ulaşabiliyoruz ve nerde olduğunu da tam olarak bilemiyoruz. Trenden inince deli gibi koşturduk. Fakat o anda o kadar aksilikler üst üste geldi ki anlatamam, sanki bütün evren Budapeşte otobüsümüzü kaçırmamız için bize karşı taarruza geçti.

Burda bir parantez açmam daha gerekecek. Ülkemin cağnımmm şehirlerarası otobüs taşımacılığını gözlerinden öpeyim yani… bu kadar fazla kara taşımacılığı, konfor, hizmet anlayışı, çeşitlilik ve hatta geç geldiğinizde sizi telefonla arayıp durumu öğrenen ona göre biraz kalkışı geciktiren, geldiğinizde valizinizi alıp bagaja yerleştiren bir üstün hizmet sektörü daha!!!.. ister inanın ister inanmayın, Avrupa’da şehirlerarası otobüsleri kullanırsanız biz uzay çağında yaşıyormuşuz dersiniz.

Neden bunları söylüyorum çünküüüü biz terminale girerken bizim otobüs terminal kapısından çıkıyormuş meğer… bizi almadan…nerde bunlar diye sormadan :). Arkasından baktıııkk kaldıkkk öyle… sonra İsot ‘bir ihtimal daha var’ şarkısı aklına gelip koştu taksi şoförlerine. “Biz arabayı 1 dakika farkla kaçırdık, havaalanında durur mu? Bizi oraya götürebilir misiniz” diye Afrikalı göçmen bir taksiciye sordu. Yok adam inat ediyor, “bunun nerelerde durduğunu bilmiyoruz. Yakalayamazsınız şöyle de böyle de.” Size yemin ederim ahhh orada bir Türk şoför olacaktı, adam yakalayamayacağını bilse bile bizi arka koltuğa atlatırdı, sürerdi otobüsün arkasından, ta ki duruncaya dek, bir de güzel parasını alırdı :). Vallahı bu adamlarda ticaret, girişimcilik ruhu yok, çok öğrenecekleri şeyler var çoookkkk!!! :).

Hal böyle olunca, biz terminalde bir mevcut durum analizi yapmak zorunda kaldık!! Ben artık bu şehirde bir dakika bile durmak istemiyordum. İsot deseniz ne zaman benim ıncık cıncık her şeyi planladığım programdan saparız da maceraya atılırız diye heyecanlı bakınıyor :) … napalım napalım derken 1 saat sonra Bratislava’ya bilet olduğunu öğrendik. 
Ufo Bratislava'nın simgesi

Aldık biletlerimizi, otobüste otellere baktık, ucuz bir otel gözümüze kestirdik. Bratislava’da otogarda indiğimizde benim gözümde tek bir şey canlandı. O da bir korku filmi olan Hostel filmi, o da bu ülkede geçiyordu çünkü… insanlara filan olağan şüpheliler gözüyle bakıyorum. Bir de elimizde valizlerimiz filan tıngır mıngır, tam hah yabancı turist diye parmakla gösterebilecekleri şekildeyiz yani. İsot da tepedeki kaleyi ve kasvetli ortamı görünce “tam Ortaçağ Avrupası Şehri burası, harika! çok güzel!, ne güzel oldu da planımızdan saptık, maceradayız” diye mutlu mutlu dolaşıyor.  İki tezat hallerdeyiz yani. Neyse otelimizi bulduk, sonra bir yerel bara gittik, baştan sona bütün farklı içecekleri denedik. Sonra çıkıp otele uyumaya gittik. Burada bira çok ama çok ucuz,  her şey ucuz zaten… Bir de ilginçtir euro kullanılıyor, ben bunu bilmiyordum mesela. Benim ayıbım kabul ediyorum :).
Bratislava Kalesi

Sabah Budapeşte biletimizi erken saate aldık, valizlerimizi emanete bıraktık. Ama emanetteki kadının affedersiniz genelev işletir gibi bir hali ve görünümü vardı, bir de bize yüksek sesle konuşunca biz dumur olduk… Valizleri bıraktıktan sonra şehri şöyle bir turlamaya çalıştık hızlı hızlı. Çekebildiğimiz kadarıyla fotoğraf çektik. İstiklal gibi bir caddesi var oralarda dolandık. Sonra tam zamanında otobüsümüze bindik… İstikamet Budapeşte…

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder