Bratislava’dan Budapeşte’ye
geçişimiz otobüsümüzü kaçırmadığımız için pek de zor olmadı aslında. Eee sütten
ağzı yanan muhabbeti... Biletlerimizi www.eurolines.com’dan almıştık. Zamanında
otobüsümüze atladık. Budapeşte’ye vardığımızda öğleden sonra civarıydı. Yol
gerçekten güzeldi, dümdüz ovaların arasından geçtik, hava bulutlu ve
güneşliydi. Otobüs seyahatinde hiç bozulmayan ritüelim olan uyumayı da
tamamladım ve biraz enerji topladım. Otogara indiğimizde tabiî ki ufak bir
teknik detay olarak, eurolarımızı forinte çevirdik. Ama tavsiyem otogar
havaalanı gibi yerlerde çok yüklü miktarda parayı çevirmeyin. Genelde komisyon
oranı yüksek ve dönüştürme değeri düşük oluyor. Biz sadece günlük biletlerimizi
alabilecek kadar çevirdik haliyle.
Macar Forinti ile tanışmamız |
Otogardan şehir merkezine metro
hattıyla kolaylıkla gidebiliyorsunuz. Fakat metroya bindiğimde hayal
kırıklığına uğradım gibi biraz. Tren öyle bir gürültü çıkarıyor ve sarsılıyor
ki; ortadan ikiye bölünecekmiş gibi korkulu gözlerle baktım yol boyunca.
Sanırım tüm trende bir tek ben böyle dehşete kapılmış gibi bakıyordum :). Fakat
sonra öğrendik ki meğer bu metro İngiltere ve İstanbul tünel’den sonra yapılan
üçüncü en eski Avrupa metrosuymuş. Bir de metrodayken insanları inceleme
fırsatınız daha çok oluyor. Ben nedense Macarları, genç, çıtır, sarışın ve
renkli gözlü ve uzun boylu hayal etmişim. Genelde yaşlı koyu saçlı, uzun
olmayan ve Doğu Avrupa stilinde giyinenleri görünce biraz şaşırdım. Şu anda
utandım yazdığımdan, neden etiketledim ki beynimde bu canımmm ulusun canım
insanlarını?
Apartmanımız |
Neyse kısa bir yolculuktan sonra
Feherhajo Utca’daki apartmanımıza varmıştık. Kaldığımız yer oldukça merkezi ve
zengin bir semtti, Ankara’daki Tunalı Hilmi gibi bir yerdi ve bol bol alışveriş
mağazaları bulunuyordu. Apartman hakkında da bilgi vereyim. Bence gittiğinizde
eğer uzun kalacaksanız kesinlikle kiralamanız gereken yerlerden günlüğü 30 euro
civarında, emlak şirketleri tarafından eski ve merkezi apartmanlar günlük
olarak turistlere tahsis edilmiş. Tek sorun, yer apartman olunca resepsiyon yok
ve ne yazık ki apartmana ulaştığınızda sizi karşılamıyorlar. Bu yüzden bir
10-15 dakika kadar bekleyip anahtarı alabiliyorsunuz. Fakat apartmana
girdiğinizde buna değdiğini anlıyorsunuz. Çünkü apartman IKEA mobilyalarla
donatılmış ve mikro dalga fırınından buzdolabından, çamaşır makinesine, tost
makinesinden, su ısıtıcısı ve tabak, çatal-bıçak ve tava tenceresine kadar her
şey bulunuyor. Yani uzun kalmak isterseniz çok ideal…
Eşyalarımızı bıraktıktan sonra
fazla zaman kaybetmeden gün ışığından faydalanalım istedik. 2 numaralı tramvaya binerseniz sahil şeridi
boyunca kısa ama genel bir tarihi yerler turu atabiliyorsunuz. Dinlenmek için
de uygun oluyor. Biz de koltuklarımıza yerleşip nereden başlamalıyız kısmını
burada baka baka karar verdik.
İlk olarak tabiî ki Budapeşte
Kapalıçarşısı… Rengarenk ilginç bir çatısı olan ve Peşte tarafında bulunan bu
yeri bulmanız çok da zor olmaz diye düşünüyorum. Fakat ben içini pek sevmedim.
Hediyelik eşya alabilirsiniz, bu açıdan çok iyi. Özellikle Macarların
vazgeçilmezi kırmızıbiberin her türlü süslü paketlisini burada bulabilirsiniz.
Fakat şöyle atıştırmalık harika lezzetlerin bulunduğu bir yer değil. Ben
gezerken bişiler yiyip enerji almayı seviyorum. Burada pek öyle bir şey yoktu
ne yazık ki…
Gellert Tepesi Özgürlük Anıtı |
Sonra ilk iş olarak, Gellert
Tepesine gittik. Buraya çıkmak biraz zahmetli çünkü çıkmak için hiçbir ulaşım
aracı yok, bu yüzden tabana kuvvet çıkıyorsunuz. Gellert tepesi Buda tarafında
ve Özgürlük Anıtı’nın bulunduğu bir yer. Özgürlük anıtı bir genç kadının defne
dalı tuttuğu ve iki yanında savaşçı güçlü kuvvetli savaşçıların bulunduğu bir
yer.
Çıkış için ormanlık bir alandan ağaçların arasından geçiyorsunuz ve biz gittiğimizde sonbahar olması ve gün
batımına denk gelmesi nedeniyle çok güzel şehir manzaraları ve ışık oyunlarını
yakalama imkanını edindik. Bence buraya tama gün batımında gitmek mantıklı
çünkü şehrin ışıklandırmaları da kısa bir süre sonra açılıyor ve köprülerin
ışıkları güzel bir manzara sunuyor. Çıkış için ormanlık bir alandan ağaçların arasından geçiyorsunuz ve biz gittiğimizde sonbahar olması ve gün
Gellert’i dolaştıktan sonra
zincirli köprü üzerinden güzel hediyelik eşya dükkanlarının olduğu bir caddeye
çıktık ama ne yazık ki bu caddenin adını bilmiyorum :(. Buradan ne yesek ne
yesek diye dolaşırken ben uzak doğu yemeklerinin koyu bir hayranı olduğum için
“Tao” adında bir restorana oturduk ve tabiî ki ben mest oldum yerken, bir de
cherry cola Türkiye’de satılmadığı için uzun süredir tadamadığım bir lezzetti.
Tabi bu fırsatı da kaçırmadım.
Tekne turundan parlamento binası |
Yemeğimizi de yedikten sonra
buraya gelen arkadaşların tavsiyesine uyup akşam Tuna Nehri boyunca tekne
gezisine katılmayı planladık. Oraya gittiğimizde şunu fark ettik ki siz siz
olun sabahtan, akşam tekne turu için biletinizi alın. Çünkü biletler hemen
tükeniyor. Ve Budapeşte’de turla gelen o kadar çok Türk var ki bunu bu tekne
turunun bulunduğu yerde fark ediyorsunuz. Akşam olup da o kadar dolaşınca,
inanılmaz derecede yorulduğum için ve tekne turuna bilet
bulamadığımız için
benim zaten yüzüm düşmüştü. Bir şekilde tekne turu ayarladık. Tekne turu 1
saate yakın sürdü ve sırasıyla kıyıda bulunan bütün tarihi yerler ve şehrin
simgeleri hakkında İngilizce bilgi verildi.
Berlin, Hamburg, Lahey, Amsterdam ve İstanbul’da tekne turlarına
katılmıştım… Bence İstanbul’dan sonra, Budapeşte’deki tekne turu ikinci sırada…
Çünkü adamların anlatabilecekleri güzel bir tarihleri ve şehir simgeleri var…
özellikle akşam olanın tavsiye ederim yani… Bu arada tam tekne turları için
uygun yeri ararken, II. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybedenlerin anısına yapılan
çok basit fakat çok anlamlı bir anıta rastladık. Tuna Nehri kenarındaki demir
ayakkabılar…İsotumm bana fıstık atarken :) |
Akşamyorgunluğunu ilginç bir yerde attık “For Sale Pub” diye Peşte tarafında bir mekan… Burayı açan adamlar kesin Türkiye’den esinlenmiş… Bizim yer fıstığı barımız var ya hani istediğin kadar yer fıstığı yiyip yerlere atıyorsun aynı concept… Bir de her gelenin not yazıp duvarlara asmalarına izin veriyorlar… Bunu da bir yerde görmüştüm fakat şimdi hatırlamıyorum. O kadar kalabalık bir yer ki ve o kadar ucuza concept bir mekan yapmışlar ve ilgi çekici olmuş ki!! Bir de mekan “memleketlim” kaynıyor! Orada da yöresel bütün “ayranları” listenin başından başlayarak denedik :)… İlk günümüz böyle sona erdi.
Sabah kalktığımızda sıcak suyumuz
yoktu ve bütün gece kaloriferler yanmamıştı. Emlak şirketindeki bayana
ulaşamadık… haliyle ben bir yan komşuya bakıp durumu öğreneyim dedim.. Meğer
yan komşu gerçekten komşumuzmuş.. Yunan iki bayan :). Benim Türk olduğumu
öğrenince hemen aman “Türk dizileri”, aman da “Sultan Süleyman” abla başladı :).
Sonra Yunanca, Macarca ve Türkçe’nin ortak kelimelerinden ortaya bir karışık
yaptı :D. Biz suyun gelmesini 1 saat kadar bekledik. Bir gün önce de tekne turu
için baya bir ter dökmüştük. Yani kısacası Budapeşte’de talihsizlikler bizi
bırakmayacaktı. Sonrasında free walking turu kaçıracaktık. En son ayrılırken de
son sürprizini yapacaktı Budapeşte bize. Ama bunu ballandıra ballandıra en
sonda anlatmayı tercih ediyorum. Çünkü çok önemli tavsiyelerim olacak sizlere.
İkinci gün Buda Kalesi’ne çıkmaya
karar verdik. Kaleye füniküler ile çıkmayı deneyebilirsiniz. Biz de öyle yaptık
ama sonradan fark ettik ki bu hem çok daha pahalı bir ulaşım şekli hem de kale
çok yüksekte değil. Bu yüzden siz bizim düştüğümüz hataya düşmeyin… Yukarıya 10
veya 10A otobüsü ile çıkın ve inerken de yürüyerek inin. Kale yüne büyük,
ihtişamlı ve manzaralı bir yer… Fakat yine siz siz olun bizim yaptığımız gibi
yukarıda salaş bir yere oturup
atıştırmalık ile “ayran” içmeyi denemeyin, çok
iğrenç yiyeceklere gereğinden fazla paralar vermeyin! Kalenin biraz ilerisinde
kapalı hediyelik eşya yerleri bulunuyor, eğer dantel el işi vs. meraklısı
iseniz burası tam size göre…
Biz buradan “Free Walking Tour”a
katılmayı planlıyorduk, fakat işlerimiz istediğimiz gibi tıkır tıkır
ilerlemeyince, koşturduk koşturduk koşturduk…… Ancaaaakkkk turu yakalayamadık….
Bir gün öncesinde teknede yaşadığımız, sonra kaloriferin yanmaması ve sıcak su
problemi derken talihsizlikler pür neşe peşimizdeydi … Ben artık
“isyaaaağğğnnn” modundaydım. Bu kadar hayran kaldığım ve geziyi bitirince en
güzel olduğuna karar verdiğim Budapeşte, aynı zamanda olumsuzlukların ard arda
sıralandığı bir yer oluvermişti.
Margaret Adası bisiklet turu |
Hazır bir güzel de turu kaçırdık
madem dedik, hade o zaman Margaret Adası’na gidelim. Margaret adası küçük
yeşillikli bir alan ve Tuna Nehri üzerinde. Adada bişiler içip kötü enerjinin
gitmesini bekleyip, küçük sevimli yarış arabalarına benzeyen çift pedalı olan
araçlarla şöyle bir adayı turladık. Bu ada her yıl Ağustos ayında bütün
dünyadan binlerce gencin katılımıyla Avrupa’nın en büyük festivali olan Sziget
Festivaline ev sahipliği yapıyor. Çok ünlü gruplar, bir
sürü irili ufaklı sahne
ile çok sayıda genç çadırını kurup 5 gün burada tabiri caizse “eğlencenin
dibine vuruyorlar”. Ben bu festivalin
varlığından 2004 yılında haberdar oldum ve bir gün mutlaka gidicem!! Adada
gezerken vay be burada şöyle güzel festival böyle güzel konserler olur demeden
edemedim :)… Tabi hiç bi festival ODTÜ’mün bahar şenliklerinin yerini tutmaz
ama neyse :P.Balıkçılar Burcu |
Margaret Adası’ndan Buda
tarafındaki Balıkçılar Burcu ve Mathias Kilisesi’ne geçtik ve bilerek yine gün
batımına yakın bir zamanı bekledik oraya gitmek için. Balıkçılar Burcu ve
Mathias Kilisesi çok değişik bir mimarisi olan ve sanki benim için masallardaki
şatolara benzeyen bir yer. Balıkçılar Burcu Macaristanın Macaristan olmasına
katkıda bulunan 7 kabileyi temsilen 7 burçtan oluşuyormuş efendim..
Arkasında da bir Hilton var ki, böyle bir yerin bu
kadar dibinde hatta içinde bile
sayılır, nassııl olur da böyle büyük bir otele izin verilir diye düşünüyor
insan.. En azından bir tuhaf karşılıyorsunuz yaa, böyle tarihi bir yerde
gezerken bir bakıyorsunuz karşınızda valeler duruyor! Arkasında da bir Hilton var ki, böyle bir yerin bu
Budapeşte’de aklımda kalan ne
oldu diye sorarsanız bence gece şehrin simgelerinin ışıklandırmaları!!!! Çok mistik, masalsı ve hoş bir hava veriyor
bu şehre. Bu şehir bana Balıkçılar Burcu’nun mimarisi ve gece köprü ve şehir
simgelerinin ışıklandırmaları nedeniyle masalsı bir şehir gibi geldi. Keşke gezimiz
yıllardan beri gitmeyi istediğim Margaret Adası’nda gerçekleşen Sziget
Festivali zamanına denk gelseydi, daha bir başka olurdu.
Bir de kesinlikle ve kesinlikle
Avrupa’da Türk izlerini bulabileceğiniz ve bundan biraz da olsa mutlu
olabileceğiniz bir yer. Hatta bazen benzer Türk Macar kelimelerle karşılaşınca
sizi gülümsetebilecek bir şehir. Ben burayı görmek için niye bu kadar
beklemişim acaba? Kesinlikle kısa bir eğitim
Son olarak Budapeşte’deki en son
talihsizlikten bahsedeyim sayın okurlarım. Siz siz olun aman Avrupa’nın
herhangi bir şehrinde şehirlerarası ulaşım için Orangeways’i kullanmayın.
Tekrar ediyorum, aman ucuz oh ne iyi ne kadar kötü olabilir ki gibi ikilemlere
düşüp de www.orangeways.com’dan
sakın ama sakın bilet almayın. Bizim Budapeşte’den Prag’a biletimiz neredeyse
piyasanın yarı fiyatınaydı ve biz aslında orda bir işkirlenmiştik! Son gün
otogara valizlerimizi bırakalım dedik. Otogar emaneti 22:00 da kapanıyor!
Otogarın kendisi de saat 23:00’da kapanıyor. Ne sandınız benim cağğnımm
otogarlarım sabbahha kadar açık her an her şeyi bulabileceğiniz otogarlardan
değil burası. Bizim otobüsümüz saat
23’te otogarın karşısındaki normal bir otobüs durağının önünden kalkacaktı. Biz
de bir yarım saat öncesinden oradaydık. Sonra 1 saat geçti gelen giden yok!
Birkaç turist otobüsün rötar yaptığını mail ile aldıklarını söylediler ve 1,5
saat gecikeceğini belirttiler. Eh durum böyle olunca herkes gibi büz de
kaderimize boyun eğdik. 1,5 saat geçti, 2 geçti, 3 geçti ve 4 saat sonra
aracımız geldi. Bu sırada hava buz gibi soğuk, kalacak ve sığınacak yerimiz
yok, öyle etrafta cafe filan da yok olsa da o saatte açık olmaz zaten de,
tuvalete gidecek yerimiz yok!!! Öyle caddenin kenarında saatlerce bekletildik… Bu arada yolcuların yarısından fazlasının da
Türk olduğunu fark ettik, bütün Türkler çakal ya, ucuza bilet bulduk ne kadar
kötü olabilir ki karrdeşimm!! 2,5 saat sonra artık insanlar devrimci
kimliklerini ortaya çıkardılar.. En azından otogarın karşı çaprazında ve bizim
bulunduğumuz yerin karşısında bulunan orangeways ofisinde birisinin olacağına
pek ihtimal vermeseler de gidip bir kapıyı tıklattılar. Ve şansa bakın içerde
yetkililer varmış!! (Biz dışarıda donarken onlar pencereden bakıp kıs kıs
gülüyor da olabilirler diye düşünüyorum.) biz 10 metrekare ofiste 30 kişi üst
üste biraz uyuduk, çoğunlukla kavga ettik ve en sonunda otobüs geldi. Sonra
otobüs şoförü amcamlar İngilizce bilmediği için bizlere “toilet error error
error” dediler :). Her 2 saatte bir durarak öğlene doğru ancak Prag’a
inebildik. Yani şanssızlık, rezillik diz boyuydu. Kısacası efendim, orangeways
out, eurolines ve studentagency in… kara taşımacılığında ve şehirlerarası otobüs
hizmetlerinde Avrupa out, benim memleketim on numara beş yıldız :D….
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder