Berlin!!... 2007 yılında
hayatımın en güzel 7 aylık Erasmus dönemini geçirdiğim masal şehri… Berlin
benim için bütün renklerin harmanlanması, çok sesli muazzam müzik gibi bir şey… Her şeyin tarihin,
sanatın, doğanın, modanın, teknolojinin, alternatif hayatın, çok kültürlülüğün
mükemmel uyumunu taşıyan, insana özgür olduğunu her dakika hissettiren, genç
dinamik bir yer… Geçmişte komünizmi kapitalizmi, doğuyu batıyı, her cinsten ve
her tercihten insanı kucaklayan tam bir kozmopolit şehir… Almanya’nın Paderborn
şehrinde de 4 ay staj yapmama rağmen, Berlin Almanya’dan çok farklı bir yer…
Pragdan otobüsümüz saat 5
civarında kalktı. Son dakikada Louvre Cafe’de sıcak çikolatamızı içip otobüse
atladık. Akşam geç saatlerde Berlin'de idik. Otogardan Spittelmarkt’ta yer alan
Best Western Hotel’e gitmek için U-Bahn’a indik, biletlerimizi aldık. Opera
durağında bir kalabalıkla karşılaştık. Meğer opera çıkışıymış ve iyi giyimli
teyzeler amcalar ile bir grup liseli öğrenci metroya akın edince, biz bavulları
bir oraya bir buraya sığdırmaya çalıştık. Spittelmarkt’ta inip otele vardık.
Otel geniş bir alana yayılmış, sakin bir sokakta yer alıyordu. Yalnız ulaşım
bakımından yanından U-Bahn geçmesi nedeniyle iyi bir konumdaydı. Akşam geç
olduğu için eşyalarımızı bırakıp şöyle bir civarı turlayalım dedik. Bir de
inanılmaz bir rüzgar ile hafif yağmur vardı. Haliyle pek tat vermedi.
Alexanderplatz yürüme mesafesinde olduğu için oraya gittik. Fakat burası gece
hayatı için uygun bir yer değilmiş. Aslında açık kafeler vardı ama etraf çok
sakindi, havadan olsa gerek diye düşündük.
Alexanderplatz’a ilk geldiğimde
beni bir heyecan sardı. Eee ne de olsa 6 yıl aradan sonra çok sevdiğim bir
şehre gelmiştim…
|
Rehberimiz Rob ve Free Walking Tour |
Sabah olduğunda, karşıdaki
fırından tatlı kahvaltılarımızı aldık. Zaman kaybetmemek için yolda yedik ve
ilk işimiz Free Tour’a katılmak oldu. Grupla buluşmak için Brandenburg
Kapısı’nın arkasındaki Starbucks’ın önüne vardığımızda, 100’e yakın turist
kafilesi de free tour için bekliyordu. Neyse kayıt biraz ısınma muhabbetleri
derken bizi Rob adında serbest gazeteci olan bir İngiliz rehber aldı. İngiliz
olduğunu öğrenince yandık hiçbişi anlayamıycam dedimse de, Rob itinalı ve yavaş
yuvarlamadan konuşmaya özen gösteriyordu.
Rob’un çizeceği yolu az çok
tahmin edebiliyordum. Fakat tarihle ilgili bu kadar güzel bir şekilde
yaşananları aktaracağını ve bilmediğim şeylere değineceğini tahmin etmemiştim.
|
Brandenburg Kapısı'nda Eylemciler |
İlk olarak neden bu şehirden bu
kadar etkilendiğini ve İngiltere’de her şeyini bırakıp yerleşme kararını bize
aktardı. Adama hak verdim. Çünkü yukarı Brandenburg Kapısı ve Otel Adlon’u
burada hangi ünlülerin kaldığını anlattı.
Burdan Brandenburg’un hemen
yanında olan Yahudi Anıtına geçtik. Yahudi Anıtı aslında soyut bir çalışma,
sanatçının vermek istediği mesaj da anıtı gördüğünüzde içerisinde
dolaştığınızda sizin ne hissettiğiniz… Rob burada Alman hükümetlerinin yaptığı
en önemli şeyin geçmişteki hatalarını (!) unutturmamak olduğunu ve bu yüzden
şehrin birçok yerinde bu gibi simgelerin bulunduğunu söyledi. Nitekim Alexanderplatz’daki
açık sergi ve Checkpoint Charlie de aynı amaçla şehre dağılmış simgelerden
bazıları…
|
Soykırım ile ilgili açık hava sergisi |
Bir sonraki durağımız Hitler’in
yer altı sığınağının bulunduğu rivayet edilen şimdi ise bir otopark olan yerdi.
Burada Eva Braun ve Hitler aşkından, hastalıklı ruhlarından, nasıl
yakalandıklarından ve sığınağı imha çalışmalarından bahsetti. Eva Braun
Hitler’in son sevgilisi ve ruhsal olarak sürekli intihar girişiminde bulunan,
Hitler’in köpeğine dahi işkenceler çektiren acayip birisi… 5 ay boyunca
sığınakta beraber yaşayan psikopat bu çift, Sovyet ordusunun sığınağı
kuşatmasının bariz olduğu son saatlarde evlenirler ve Hitler ile Eva Braun son
saatlerini evli çift olarak yaşarlar. Sonra kimilerine göre köpekleri de dahil
kendilerini zehirlerler, kimilerine göre ise Sovyet yetkililer tarafından
yakılarak öldürülürler. Sığınağın imha edilmesi ise başka bir ilginç hikayedir.
Rivayete göre kimileri sığınağı betonla doldurduklarını iddia ederken, kimileri
de sığınağın etrafını bombalarla döşediklerini fakat patlama sonrasında dahi
sığınağın havaya kalkıp tekrar hiç yapısı bozulmadan yerine oturduğunu ve
böylece sığınağın aslında “bomb proof” olduğunu iddia ederler. Bu bölüm her ne
kadar otoparkta anlatıldıysa da bence turun en ilginç bölümüydü.
Otoparktan sonra benim hatırladığım
kadarıyla İngiliz, Fransız ve Alman Büyükelçiliklerinin (elçilikler bir minnet
gösterisi olarak Brandenburg Kapısı’nın hemen arkasında yer alıyor )
arasından Checkpoint Charlie’ye geçtik.
Burada Berlin Duvarı’nın kalıntılarını, o döneme ait fotoğraf sergisi ve
müzeyi, simgesel olarak yer alan kontrol noktası ve kum torbasından siperi
görebilirsiniz. Almanya’nın 1961-1989
yılları arasındaki Doğu-Batı bloğunu ayıran ünlü Berlin Duvarı’nın geçiş
noktalarından en önemlisi bu kontrol noktası. Fakat Rob, günümüzde buranın
turistleri çekmek amacıyla inanılmaz derecede ticarileştiğini ve bir sürü
insanın Berlin duvarından parçalar diye iddia ettikleri taş parçalarını
sattıklarını ve kanmamamız gerektiğini belirtti.
II. Dünya Savaşı’nın
kaybedilmesiyle, Berlin Sovyetler, ABD, Fransa ve İngiltere arasında dörde
bölünmüş. Batı ittifakı ABD, Fransa ve İngiltere’nin birleşiminden oluşmuş ve
Batı Berlin’i oluşturmuş; Sovyetler tarafı da Doğu Berlin’i oluşturmuş. Fakat
komunist ideallere dayanan ve katı bir rejimi arzulayan Doğu Almanya’dan Batı
Almanya tarafına sürekli kaçışlar başlamış. Bunları engel olmayı amaçlayan
hükümetin aklında belikli böyle bir fikir yokmuş. Nitekim duvarın örülmesinden
önce, Batı muhabirine demeç veren Sovyet tarafı genel sekreteri kaçışları
engellemek için “duvar inşa edecek değiliz herhalde” gibisinden bir söz
söylemiş. Buna
engel olabilmek amacıyla Doğu Almanya sadece ve sadece bir gecede (12-13
Ağustos 1961) 46 km’lik tel yükselti ile bölünmüş. Sonrasında Berlin Duvarı
örülmüş. Hatta öyle ki kaçışları engellemek için çok sayıda gözetleme kulesi,
ışıklandırma kullanılmış. Hatta bu kaçışlarda öldürülen her kaçak başına bonus
paralar verilmiş askerlere. Bir de kaçanları daha iyi seçebilmek için duvarın
doğu tarafına bakan kısmı beyaza boyanmış, batıya bakan kısım ise
grafitticilere kalmış..
|
Şehrin Heryerinde Görebileceğiniz Berlin'in Simgesi Ayı 'Knut' |
Burada bir mola verip sonrasında
Berlin’in Tunalı Hilmi Caddesi diyebileceğimiz çeşitli dükkanların, tasarım
atölyelerinin olduğu oldukça zengin, gösterişli ve pahalı Friedrich Strasse’den
aşağı doğru indik. Yolda yürürken Rob terk edilmiş bir binayı gösterip aslında
bu yerlerin II. Dünya Savaşı öncesinde Yahudilere ait olduğunu, haliyle
savaştan sonra sahipsiz kaldığını ve böyle çok sayıda binanın bulunduğunu
dipnot olarak geçti.
|
Berlin'in bir diğer Simgesi Ampelmann |
Buradan Humboldt Üniversitesi
hukuk fakültesinin olduğu meydana yürüdük. Üniversitede çok sayıda ünlü bilim
adamı (Einstein gibi)ve düşünürün ders verdiğini öğrendik. Dünya tarihine baktığımızda Almanyasız bir
bilim tarihinin düşünülemeyeceğini aktaran Rob, bu durumu Almanya’da eğitimin
parasız olmasına bağladı ama ben bu düşünceye çok fazla katıldığımı söyleyemem.
Bizde de eğitim paralı değil sonuçta… o kadar üniversitemiz var. Neyse bu
konulara dalmayalım…
Humboldt Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nin önünde bir yer altı kütüphanesi bulunuyordu. Adını şu anda
hatırlamadığım anıtın aslında II. Dünya Savaşı sırasında yakılan sayısız Yahudi
yazarın kitabının simgesi olduğunu belirtti rehberimiz. Bir de burada küçük bir
dipnot daha geçti. Bütün tarihsel filmlerde Almanların kötü adam rolünü
oynadığını, hatta bunun Rob’un arkadaşları tarafından bile kanıksandığını küçük
bir anekdotla anlattı.
Turumuzun sonlarına yaklaşmıştık.
Rob, son olarak Berlin Duvarı’nın yıkılışı arkasındaki traji-komik hikayeyi
anlattı. Sovyet tarafı yani Doğu Almanya, 1989 yılında artık bu olayın insanlık
dışı olduğunu ve parçalanan ailelerin birleşmesi gerektiğini ya da baskılar
nedeniyle geçişlerin izin verilmesine kurul olarak karar verir. Fakat bu süreç
kurulacak olan bir vize departmanı ile başvurular değerlendirilerek
yapılacaktır. Yani bu kurum kurulmamıştır. Tatilde olduğu için kurul
toplantısına katılmayan Doğu Almanya hükümetinin partisi olan SED’in genel
sekreteri Günter Schabowski bir basın toplantısı verir. Fakat basın
toplantısına girmeden önce kurula katılan biri tarafından kurul notları eline
tutuşturulur. Oldukça serinkanlı başlayan toplantıda geçişler hakkında
konuşmalar yapılır. Son olarak bir muhabir bu geçişlerin ne zaman başlayacağını
sorar. Schabowski eline tutuşturulan notları karıştırır. Fakat kafası da
karışmıştır. Sonra orda yazan bir notu cevap olarak verir. “Sanırım hemen şimdi”
der. Ve bunun üzerine binlerce Doğu ve Batı Almanya’lı vatandaş Berlin Duvarı’nın
kontrol noktalarına dayanır. Sonrası malum o ünlü Berlin Duvarı yıkılışı …
Bu son hikaye ile rehber turumuz
bitmişti. Rob oldukça profresyonel bir şekilde bize çeşitli hikayelerle
süslediği Berlin turunu adeta bir sahne performansı gibi sergilemişti. Eee haliyle
bahşişi hak etmişti. Ben çok şehirde bu turlara katılmıştım ama en iyisi buydu
diyebilirim.
|
Alexanderplatz ve TV Kulesi |
Tur grubundan ayrıldıktan sonra bizim
için gün daha yeni başlıyordu. Zaten zamanımız kısıtlı olduğu için o gün
nereleri nereleri dolaştık. İlk önce oralara yakın olduğu için tekrar
Alexanderplatz’a gittik. Burada en önemli durağımız tabiî ki dolu mideyle
çalışan bizler için Dunkın' Donuts idi efendim. Her yurtdışına çıktığımda
çılgınlar gibi gidip çılgınlar gibi donut yediğim bir yer. Hatta Türkiye’deyken
de oranın hayalini kuruyorum. Bu donutlar o kadar mı lezzetli olur, o kadar mı
insana mutluluk verir? :). Buradan sayın yetkililere sesleniyorum Türkiye’de de
açın Dunkın' Donuts…. Yazık bizeee … Yine
canım çekti bak, ağzım bile sulandı… :)
|
Dunkin ve Ben :) |
Midelerimiz dolduktan sonra
Alexanderplatz’da akşam çekemediğimiz fotoğrafları bol bol çektik… Poseidon
çeşmesi önünde, TV kulesini kadraja alacak şekilde, Berlin Katedrali (Berliner
Dom)’nin önünde bol bol fotolarımızı çektik.
Bu katedralin hemen yanı ise bol
vakti olanlara ve müzeleri sevenlere göre bir yer. Burası müzeler adası olarak
biliniyor ve burada Eski, Yeni, Bode ve Bergama Müzeleri bulunuyor. Ben önceden
Bergama’ya gitmiştim. İçiniz acır efendim, bizim Anadolumuzdan alınıp da memleketimizden
koparılan eserleri görünce… Ama “ülkemizi ve tarihi miraslarımızı daha çok
sahip çıkmalıyız, ibretlik olsun” derseniz de gezin görün bence.
|
Lego Mağazası |
Buradan Tiergarten’a geçtik fakat
burada fazla durmadık. Daha sonra oranın ikinci Tunalı Hilmi’si ve haliyle zengin
caddesi olan, birçok AVM ve pahalı
dükkanların bulunduğu Kurfürstendamn’a geçtik. Meydanda sokak
performansçılarını seyrettik. 60-70 yaşında amcam kaykay ile break dance’ı
birleştirmiş şaşılası şeyler yapıyor… Hiç yakışıyor mu amcam sana, yaşına
başına :). K’damn da ikinci noktamız Lego Mağazası Berlin’e gidince bence
kesinlikle bu mağazaya uğrayın. Küçüklere olduğu kadar büyüklere de hitap
ediyor. Hatta biz küçük yeğenimiz ve benim minik sevgilim :) Poyraz Ali’ye de
bir hediye aldık buradan…
|
Zafer Sütunu |
K’damn da işimiz bitmişti. Buradan
otobüse binerek Zafer Sütunu’na vardık. Tepesinde Viktorya Heykeli’nin
bulunduğu sütun Berlin’i panoramik olarak görebileceğiniz bir yer. Yalnız bunun
için önce giriş ücretini ve yüzlerce merdiveni çıkmayı göze almalısınız :). Girişte
öğrenci olduğunuzu belirtirseniz kinliğinizi sormuyorlar. En azından bizim için
öyleydi. Bir de aman ben çıkamam demeyin. Biz bir çift gördük. Bebekleri daha
3-4 aylık sanırım çünkü kafasını kontrol edemiyor. Baba kanguruya almış
bebesini anne de ufacık bir bebek çantası çıkmışlar merdiveni… En önemlisi
seyahat etmişler yafff… Biz olsak o bebeyi sarar sarmalar, biz valiz eşyayı
beraberimizde taşır, sonra da hareket edemez, seyahat etmekten bezerdik. Hatta olay
oraya kadar bile varmaz, seyahat etmezdik olur biterdi. Zaten bu kadar eziyet
çekiceksek gerek de yok:)…
|
Yukarıdan Görünüm |
Birazcık da tıklım tıkış yukarısı
efendim. Yani dahi sakin saatlerde gitmenizi tavsiye ederim. Yoksa iki fotoğraf
çekmek için bizim gibi çok çaba harcarsınız. Tepeye çıktığınızda, dairesel
olarak dönüp her yeri görüyorsunuz. Özellikle parlamento, kapı ve önündeki
parkı görebiliyorsunuz. Bir de yolların çok muazzam ve düz olduğu dikkatimi
çekti…
Neyse manzaramızı seyredip ordan
yol boyunca Parlamento’ya geldik. Fakat orada bizi bir sürpriz bekliyordu. Çünkü
artık meclise turistik amaçlı girişleri randevu sistemine bağlamışlar, 6 yıl
önce böyle değildi. Haliyle giremedik ama ordaki görevli öğrencilerden biri
sabah erken saatte gelirsek aynı güne randevu alabileceğimizi belirtti. Bunu
not edip, yolculuğa devam ettik.
Akşam olduğu için çok acıkmıştık.
Eee biliyorsunuz benim ne kadar çok deniz ürünlerini sevdiğimi… Viyana’da da
yediğimiz en sağlıklı fast food zinciri olan ve sadece deniz ürünleri satan
Nordsee’yi orda da bulduk. Benim gözlerim döndü resmen, kendimi kaybettim… Soğuk
sandviçlerini ve çorbasını şiddetle tavsiye ederim efendim, tadı hala damağımda…
|
Nordsee'de Yemeğimiz :) |
Karnımız doyduktan sonra yine dolaşmaya
devam ettik. Kısacası birinci gün bitmedi ne dolaşmışız bee… Berliner Dom’un
önünden otobüse binelim de Sony Center a bir gidelim dedik demesine de … Bir
baktık Berliner Dom da ışık gösterileri var herkes büyülenmiş şekilde bu şehir
ışıklarına bakıyor. Meğer bizim gittiğimiz dönemde “city lights” temalı bir
etkinlik bütün şehirde gösteriler yapıyormuş. Buldukları her büyük binaya
müzikle beraber farklı ışıkları yansıtıp ilgi çekiyorlar. Güzeldi… Sony Center
da Starbucks kahvelerimizi yudumlayıp biraz etrafa bakıp sonra yine kapının
oraya gittik. Çünkü ışık gösterileri bizi de çekti.
|
Brandenburg Kapısı'nda City Lights Gösterisi |
Oradan gece hayatının gerçek
merkezi olan Ostbahnhof’a gittik. Burada bir sürü gece kulübü var, her çeşit insan
ve mekan var. Ve genelde herkesin elinde içkisi ve cigarası var. Her taraf
buram buram kokuyor kısacası. Zaten S-Bahn’dan inip de sağa doğru gidip ilk
sağdan dönerseniz, eski bir fabrika alanı ve binalarının öyle kulüplere
çevrildiğini görürsünüz. Biraz ürkütücü bir yer burası, ama bütün köşe başları
Türk tekel bayii ve dönerci :)… Biz de çok
yorulduğumuzdan (artık benim takatim kalmamıştı!), bir de çantalarımızda
değerli eşyalar bulunmasından ve eşek kadar olmalarından dolayı bir mekana
girmedik.
En sonunda gün bitmişti. Otelimize
gidip iyice bir uyku çektik. İkinci gün sabahtan İsot çıkıp meclis binasına
giriş için randevu almaya gitti. Geldiğinde eşyaları hazırlayıp otelden çıkış
yaptık. Valizleri de emanete kilitledik.
İkinci gün planımız, benim de
görmediğim Sachsenhausen toplama kampına gitmekti. Burası savaş sırasında
Berlin yakınlarında kurulan Yahudi kamplarından biri. Bunun için 1-1.5 saat yol
gitmek gerekiyor. Kampa vardık..
Burası sözün bittiği yer gerçekten… İnsanoğlunun
kendi cinsine yapabileceklerini, insanın ne kadar gaddar bir yaratık olduğunu,
güç denen olgunun ne kadar tuhaf bir şey olduğunu, gözetleme kulelerini, kaybedilen
hayatları, kurşuna dizilenlerin bulunduğu alanı, insanları çalışmadıkları için
canlı canlı yaktıkları fırınları, gaz odalarını (buraya Z istasyonu denirmiş
hayatın son noktası olduğu için)…. Daha birçok
karmaşık duygu… Ve çalışmak
özgürleştirir yazısı…
|
Sachsenhausen |
Buradan ayrıldıktan sonra meclisi
dolaşmak için saatimiz gelmişti. Hemen meclis binasına gidip çıkmak için binaya
girdik. Öncelikle burada çalışan görevliler inanılmaz derecede insancıl ve
saygılı. Bizim kendini bilmez özel
güvenlik görevlileri gibi değiller. Hatta
öyle ki İsotun çantasında bira vardı… Adamlar şişeyi aldı, bize bir numara
verdiler ve çıkışta biramızı geri almamızı söylediler :). Biraz bekledikten sonra devasa bir asansörle
yukarıya çıktık. Meclisin içini değil zaten sadece kubbesini gezebiliyorsunuz. Kubbeye
girmeden önce audio-guide lar verildi. Kubbeyi
döne döne çıkarken, bulunduğunuz yerden görünen binalar ve yerler hakkında,
meclis binası hakkında bilgiler alıyorsunuz. Kısacası adamlar işini biliyor.
|
Alman Parlamentosu |
|
Ziyarete Açık Parlamento Kubbesi |
Buradan çıktıktan sonra hediyelik
eşyalarımızı aldık. Sonra yemek için bize önceden tavsiye edilen Vapiano adında
bir İtalyan restorana gittik. Burası Berlin Hauptbahnhof’da yer alıyor. Gerçekten
çok orijinal biryer, yemek istediğiniz makarna türünü, içine neler atılacağını
siz söylüyorsunuz. Onlar gözünüzün önünde çatçut çatçut 10 dakikada
hazırlıyorlar ve enfeesssss oluyor… masalar genelde bar masaları şeklinde,
makarna haricinde pizza ve diğer yemekler de var ama en güzeli makarna…
|
Vapiano'da Akşam Yemeği |
Burda yemeğimizi yedikten sonra
ben inanılmaz yorulduğum için valizleri emanetten almaya İsot gitti. Bana da
Dunk’n Donuts’dan son defa donut ile kahve almamı söyledi. Ne de olsa gece
uzundu. Uçağımız 6 civarındaydı. Ben de aman dedim o gelsin de beraber
beğenelim… Demez olaydım. Çocum Hertha Berlin maçı çıkışında binlerce
taraftarın metroya akın ettiği saatlerde iki valizi zar zor metroya girdirip, tıklım
tıkış bir yerlerinden ter akıttı Hauptbahnhof’a gelmek için. Ama ben onu
bekleyeyim derken ne oldu.. Saat 10’da dükkan kapandı. Alamadık ya la… Yuh bana
yuhlar bana… Kahroldum… Bu ne kardeşim tren istasyonunda 10’da mekan mı
kapanır? Sabaha kadar insan var orda… Sizin anlayacağınız ben yine kendi
ülkemle karşılaştırma yanlışına düşmüştüm. Siz siz olun işinizi garantiye
alın:).
|
Ve Ganimetlerimiz :) |
Böylece bir maceranın daha sonuna
geldik. Gayet güzel anılarla ve her yerden toplamaya çalıştığımız küçük
ganimetimizle iyi ve yorucu bir tatil geçirdik… Yorucu tatil mi olur ya :)