14 Mayıs 2017 Pazar

ADRASAN, GELİDONYA FENERİ & KURŞUNLU ŞELALESİ (BİSİKLETLE)-29 NİSAN -1 MAYIS 2017

Sanırım Isparta’da yaşamanın en büyük avantajlarından biri de yakın çevrede gezilecek çok sayıda yerin olması. 1 Mayıs pazartesi gününe denk gelince, bir de ben işten bir hayli bunalınca, bu bahar aylarında yapılabilecek güzel organizasyona kollarımızı sıvadık. Planımız Adrasan’da 4 yıl önce de kaldığımız Akdeniz Üniversitesi Sosyal Tesisleri’nde kalıp, bisikletlerle tam anlamıyla dağın etrafında dolanıp Gelidonya Feneri’ne görmekti. Havanın çok sıcak olmaması da avantajımızaydı… Çünkü yaz sıcaklarında o parkurları ne bisikletle ne de yürüyerek çekmek istemezsiniz :)
İsot ilk başta bisiklet rotasını çizdi, ki bence bu oldukça önemli en azından ne kadar yol gideceğinizi nerelerden geçeceğinizi bilmek insanı rahatlatıyor. Ya da en azından benim açımdan böyle :)
29 Nisan’da öğleden sonra Adrasan’daki sosyal tesislere varmıştık. Tesis oldukça güzel, bizim beklentilerimizi karşılıyor. 3 katlı 6 bloktan oluşuyor. Odaları çok geniş ve hepsi balkonlu. Ortasında bir havuzu da var… Biraz içerde, ağaçların arasında sahile 600 metre uzaklıkta kurulmuş tesisin sahil bandında kendi alanı da var. Kahvaltı ve akşam yemekleri açık büfe ve 1 Mayıs tarihine kadar fiyatı kişi başı 70 tl.
Tesislerden hemen bisikletleri alıp sahile vardık. Yılın bu zamanlarında daha su sıcaklığı tam kıvamına gelmediği için, “sahil çok tenha idi ki” ben bu durumdan ziyadesiyle memnundum :) Toplasan 3-5 kişi denizde ördek misali takılıyor anca. Sahilde biraz uzandıktan sonra 60 yaşındaki teyzelerden gaza gelip 2017 deniz-kum-güneş sezonunu açmam gerektiğini düşündüm. Çünkü teyzeler sanki günde sohbet eder gibi denizde durup sakin sakin konuşuyorlardı. İşte oğlan şöyle, torunlar böyle diye… Yaşından utan Hülya deyip yavaş yavaş süzülüyorum amma sanki soğuk su bacaklarımdaki bütün kılcal damarları sızlatmaya ant içmiş :P zar zor derken 29 Nisan’da şefteyi yaptık :) Dönüş yolunda, bisikletler üstünde, hafif tatlı bir esinti eşliğinde, mis gibi çiçek kokularını içime çekerken, hayat çok güzel be modundaydım :)

Birinci Gün Adrasan Bisikletlerle Adrasan Sahili

2. Gün Gelidonya Yolu'na Hazırlık

Ertesi gün yolun uzun ve yorucu olduğunu bildiğimiz için ilk gün aktiviteleri bu kadardı. 30 Nisan’da kahvaltıdan hemen sonra bisikletler, çantalar, sular enerji yiyecekleri yüklenip yola düştük. İlk beş kilometre sıkıntısız şahane, etrafta bağ bahçeler çiçekler yeni yeni olmaya başlamış karadutlara bakına bakına zevkle geçti. Sonra Adrasan merkezini geçip artık tırmanışa geçeceğimiz yerin başına geldik. Sanki oradaki su hayratı bayağı terleyeceğimizin işaretini veriyordu :) Bir de İsot “bir 400 metre tatlı bir yokuş var korkacak bişi yok sakin” deyince işte ben de inandım. Tırman allah tırman, tırman da tırman, “İsot ha şu virajı dönünce iniş ha bu virajı dönünce iniş” diye diye 4 km 400 metre irtifa çıkardı beni… 

Tatlı Yokuşlardan Manzaralar :)
Kara Dut Var Dalarsan !! :)

Siz zannediyorsunuz ki ben bisiklet üzerindeyim. Nerdee :D bıraktım bisikleti yürüdüm baktım olmadı İsot’a verdim bisikleti. Zirveye vardık inicez, hah dedim şimdi esen rüzgarla böyle efil efil 30 km hızla inerim. Ama yine yok. Çünkü iniş de inanılmaz dik ve virajlı bir de solunuzda kocaman bir uçurum uzanıyor.. yani inişi bile korku filmi gibiydi benim için… dağın eteklerinde Karaöz Sahil Kasabası bizi karşıladı… benim fren sıkmaktan bütün kaslarım gerildiği için biraz açılayım diye bir mola verdik..

İlk Mola Karaöz Sahili


Moladan sonra yine bisikletlerle yola devam ettik. Artık hedef Gelidonya Feneri.. Ben başladım hayallere harika olacak, sessiz sakin doğa manzara bize eşlik edecek gibisinden.. ama toprak yola girdiğimizde anladım ki Antalya trafiği gibi bir insan trafiği var ya da Kabe kalabalığı mı desem tavaf etmeye otobüslerle gelmişler. Neyse hiç bişi moralimi bozamaz en nihayetinde Gelidonya Feneri diye tutturan bendim :)
İsot rotayı planlarken 2 km kadar bisikletleri ellerimizde taşıyacağımızı söylemişti. Sıra elde taşımaya geldiğinde fark ettim ki… Yol keçi yolu ve dağı tırmanıyoruz!! Millet yürüyemezken o yollarda, bi de trafik varken, biz bisikletlerle yer yer %40-45 eğimli taşlı keçi yollarını çıkmayı çalışıyoruz. Benim ter, yorgunluk ve hırlama seslerim başladı tabi Bir de herkese akıl veren yurdum insanı bir doğa organizasyonunda daha da bir gevşiyor. Yok o bisikletleri bırakın yok gidemezseniz… Sana ne kardeşim dert benim günah benim!! 
Karaöz'den Gelidonya'ya çıkarken tepeden manzaralar

Zor zahmet, dura dinlene, sinirlene sinirlene vardık tepeye!! Yaa hiç abartmıyorum 100-150 kişi filan vardık tepede, nerde kaldı doğa nerde kaldı manzara, bi manzara fotoğrafı için yarışıyorlar, bi fotoğraf çekmek istesen insan karesi olmayan bir tanesini tutturamıyorsun… Vel hasıl kelam ben o kadar zahmet verdikten sonra daha çok zaman geçirip, tadını çıkarmak istesem de bu mümkün olmadı maalesef..

Yok yine beceremedik şu çubuğu kullanmasını :D

Hakkını Verelim Manzara Güzel Yalnız O Çalıların Arkası Yığınla İnsan Dolu :D

Yalnız güzel kareler de elde etmedik değil, Gelidonya Feneri Türkiye’de en yükseğe konumlanmış fener olma özelliğinde. Çam ormanından patika yollardan geçiyorsunuz ve yer yer irtifa yüksek olduğu için güzel manzaraları tepeden görebiliyorsunuz. Fener Gelidonya Burnu’nda, Likya yolu üzerinde ve arka manzarada Beş Adalar göze çarpıyor. Eğer bulutlu bir havada gitmediyseniz harika kareler yakalamanız mümkün. Gitmeden önce gördüğüm fotoğraflarda benim aklıma hep film karesi gibi büyüleyici bir yer izlenimi bırakmıştı. Gerçekten de öyle, o kadar muazzam bir manzara!!


Gidenler gün batımının da harika olduğunu söylediler fakat biz o kadar kalamadık. Geri dönüş yolunda hemen yol üzerinde sanırım fenerden 3-5 km uzaklıkta Korsan Koyu vardı. Oraya da uğradık. Çok güzel ufacık gizli kalmış bir koy fakat yine çok kalabalıktı. Yani o bakir doğayı bulamadık mangal kokuları ve yurdum insanı gürültüleri arasında. Belki de oraya Şubat gibi gitmek lazım. Aslında belki de güneyin tüm güzellikleri kışın başka bir güzel, denemek lazım.
Korsan Koyu

Bisikletlerle Karaöz’e döndüğümüzde ben o tatlı (!) yokuşları çıkamayacağımı anladım. Ne de olsa 35 km yapmıştım. Bir de bence insanın kendi sınırlarını bilmesi de bir erdem, kendinle barışık oluyorsun en nihayetinde :). İsot’a ben burada sahilde bekliyorum, sen arabayla beni almaya gel dedim ve yalnız yolladım Adrasan’a… O da ben yalnız kalmayayım diye 2,5 saatte geldiğimiz yolu 40 dakikada bitirmiş yavrum ya.. Oysa ben İsot’u beklerken oldukça rahattım, gittim bir sahil lokantasına (zaten bir tanecik vardı :D).. Aldım biramı patatesimi baktım keyfime. Ama o ter yorgunluktan sonra nasıl güzel geldi anlatamam. Sonra İsot hayretler içinde beni almaya geldi. Serüven sona erdi.

Serüvenin yol haritası da ekte efendim... Bu program relive adında bir uygulama ve bisiklet rotanızı görsel bir malzeme olarak sunuyor. Kendime hayret ettim Dağı dolanmışız resmen :P 




Kurşunlu Şelalesi Enfesss




Son gün toparlanıp Antalya’dan Isparta’ya giderken yol üzerinde 2 km içerde olan Kurşunlu Şelalesine de bir uğradık. Ya bu şelaleler kesinlikle bir doğa harikası, florası faunası bir değişik oluyor, bir serinlik bir ferahlama… İnsanı dinlendiriyor. Ben çok sevdim, bir de şelalenin güzel bir yerine kahveci açmışlar, tam not aldı benden. Tabi yine yığmışlar otobüsler dolusu insanı ama olsun gezip-görsün insanlarımız bu güzellikleri…

Kamuflaj :)



Son Durak Kahvecimiz Manzara Süper Şelalenin Üstünde 

13 Mayıs 2017 Cumartesi

TÜRKİYE’DE MALDİVLER – SALDA GÖLÜ (BİSİKLETLE)-13 MAYIS 2017

Salda Gölü insanın gözüyle görmeden harikalığını hayal edemeyeceği bir yer bence… O yüzden bu coğrafyada yaşayan herkes gitmeli görmeli. Biz de bu geziyi bisikletlerle uzun zamandan beri planlıyorduk. Bence biraz spora yatkınlığınız varsa bisikletlerle gidin, zira bu güzelliğin hiçbir karesini kaçırmak istemiyor insan…



Biz de öyle yaptık. Kahvaltımızı yapıp Isparta – Burdur arasındaki dağ yolundan gittik. Isparta’ya 100 km uzaklıkta, Burdur’dan Denizli’ye giderken yol üzerinde, Yeşilova İlçesi’ni hemen geçince göl sizi karşılıyor. Fakat hem yol üzerinde hem de göl girişinde çok fazla bilgilendirme tabelalarını göremedik. O yüzden navigasyonunuz açık olsun 😊




Göl rengi ve bembeyaz kumsalları nedeniyle Maldivler adını almış. Bu renk de magnezyum açısından bol olmasından kaynaklanıyormuş. Biz orman plajına gittik, isterseniz belediyenin halk plajı da var. Fakat sonradan fark ettik ki asıl güzelliğe az daha ileriye Denizli tarafına yol alınca içe doğru toprak yoldan giderek ulaşılıyor. Göl karşınıza çıktığında en çok beyazlığın olduğu yere doğru bakın. İşte en güzel noktası orası… Fakat bu yerde, bişiler alabileceğiniz ya da su bulabileceğiniz sadece bir yer var o da portatif. Gözleme, meşrubat ve küçük atıştırmalıkları var. Fiyatları çok uygun, bence gidin yerli halkı teşvik etmek lazım.. Ama siz gittiğinizde olur mu bilmem 😄

Güzel Olan Noktadan



Bizim gittiğimiz orman plajı ise imkan bakımından iyiydi. Bir kere yakınında market var, tuvalet, soyunma odaları ve restoranı var. Bir de çam ağaçları arasında oturma bankları koymuşlar. Bu yüzden gölge serinlik yerde mangal yapanları gördük. Hemen dibiniz de bembeyaz kumsal.. Yani ormandan kumsala geçip ordan göle atlamalık bir mekan.

Orman Plajı


Tabi biz park ettikten sonra çok zaman kaybetmedik. Hemen bisikletlerimizi hazırlayıp yola koyulduk. İlk önce o en göz alıcı noktaya doğru sürdük bisikletlerimizi. Patika yollardan geçerek, bizim oralarda süpürge otu adı verilen bitkilerin arasından ineklerin otladığı geniş dümdüz bir alandan beyaz kumlara doğru gittik. 

Hazırlıkar Tamam :)







Beyaz alan inanılmaz geniş 600-700 metre kadar kör edici beyazlıkta (sanki çöl toprakları gibiydi) ilerledik. Çok beyaz olunca gözünüzü aldığı için tümsek filan hiçbir şey görünmüyor. Bence orası da zevkliydi. Göle ulaştığımızda muazzam bir manzara vardı. Beyaz kaylar, açık mavi buz gibi berrak bir su...Karşımızda ise küçük adacıklar ya da kaya grupları vardı. Suyun az olduğu dönemlerde o kayalara yürüyerek gidilebiliyormuş. Biz bisikletleri bırakamadık ama bol bol güzel fotoğraflar çektik.

Ama o manzara görülmeye değerdi… çok değişik. İnsan acaba gerçek Maldivler nasıl hisler uyandırır demeden edemiyor. Rüzgar çok esiyordu ve kumsal olduğu için bazı yerlerde tekerleklerimiz battığı için elimizde taşıdık. Tam kumsaldan çıkıp yola giderken, küçük bir bakkal gördük. Bu bakkal oranın yerlisi bir çift tarafından işletiliyor. Orda son enerjilerimizi alıp yola çıktık. 






Mutluluk :) Arkadaki yürünebilen adacıklar





Asfalt yoldan Doğanbaba köyüne kadar sürdük. Dediğim gibi bisiklet hareket kabiliyeti sağladığı için doğanın ormanın gölün manzaranın tadını daha iyi çıkardık. Doğanbaba köyüne kadar çok hafif bir eğim var. Meydandan dönünde 10 km kadar hiç pedal basmadan yokuş aşağı iniyorsunuz. Bu köyün devamında zaten asfalt yol gölle sıfır noktasında. Yani görüntü güzel, hava güzel yol güzel, geriye tadını çıkarmak kalıyor.


10 km inişten sonra biraz eğimle gün batımının çok güzel olduğu söylenen kayalara varıyorsunuz. Zaten yolu takip ettiğinizde göreceksiniz asfaltla yol arasında kalan yükseltileri… Son dönüşte Kayadibi Köyü’ne varıyorsunuz. Burda artık toprak yoldan kısa bir süre devam ediliyor ve kumsalı terk edip belediye halk plajının olduğu yerden ana asfalta çıkılıyor.



Başlangıç noktasına vardığımızda 2-2,5 saatlik ve 35 km’lik bir yolu bitirmiştik. Bence çok eğlenceliydi ama inanılmaz amele yanığı olduk 😊

Bisikletlerden kurtulunca bikini şort giyinip katlanan sandalyelerimizle dibimizdeki kumsaldaydık. Göl suyu tatlı, hatta köpekler bile su içiyordu. Ben “o kadar yandım kesin atlarım” diye düşünmüştüm ama giremedimmmm 😊 suyu çok soğuktu. Ama en önemlisi dalgalarla boğuşan tatlı su yılanı gördük iki tane… İsot tabiki hakkını verdi ve daldı o buz gibi sulara. Bense sadece ayaklarımı sokabildim 😏 ama şöyle bir düşününce hava sıcak olsaydı, bu sefer de bisiklet zevk vermeyecekti. Yani benim açımdan baştan sona çok güzel bir hatıra ve deneyimdi.



Selfie Aşkına :)


Sonrasında saat 18 civarı toparlanıp, yol üzerinde Sultan Pınarı adı verilen ve gölü yüksekten gören bir yerde yemeklerimizi yedik. Nasıl acıkmışım J Mekanın yemekleri idare eder, fiyatlar iyi ve bir aile işletmesi. Değerdi bence.




Gün sona ermişti. Yorgun ama mutlu bir şekilde… Şimdiye kadar gördüğüm yerlerin azından etkilenmişimdir. Salda Gölü beni benden aldı. Bazı yerler anlatmakla olmuyor. Gitmek görmek teneffüs edip yaşamak lazım. O yüzden programınıza ekleyin gidin görün mümkünse bisikletle.. 

7 Mayıs 2017 Pazar

SAGALASSOS ANTİK KENTİ -7 MAYIS 2017

Haftasonu günübirlik kaçamaklarımızda bu sefer Sagalassos Antik Kenti’ni gezdik. İsot çok önceleri birkaç sefer gitmişti, hatta bisikletle dağ yolundan uğramıştı.Etrafında yeme içme yerleri olmadığı için bence aç gitmeyin ve biraz da kalın giyinin çünkü biraz daha serin en azından bahar ayları için hava serindi.


Antik Kent Burdur’un Ağlasun ilçesinde dağın en yüksek noktasında Ağlasun Vadisi’ne bakan ve Isparta’ya uzaklığı yaklaşık 40 km olan bir ören yeri. Türkiye ve Belçika ortaklığında 2009-2013 yılları arasında yapılan son kazı çalışmalarıyla bugünkü halini almış. Frigler, Lidyalılar, Persler, Romalılar ile en son Selçuklular’ın hâkimiyetinde varlığını sürdüren bu yerleşim bir zamanlar Pisidya uygarlığının dini merkezi de olmuş.


Girişi ücretli, bilgilendirme tabelaları ve yol haritası ile 2 saatlik bir sürede rahatça dolaşılabilecek bir yer. Girişte broşürleri yok fakat açıklama tabelaları açıklayıcı ve yeterli. Tabelaların yanlarında uygulama barkodu var ama ne yazık ki o sayfalar açılmıyor.






Bir antik kentte bulabileceğiniz her şey burada da var. Kentin giriş kapısında büyük sütunlarla ana bir cadde, kent meydanı (agora),  meclis binası, büyük bir amfi tiyatro devlet adamlarına ve kente katkı sağlayanlara yönelik tapınak ve çeşmeler, kenti çevreleyen surlar, kentin çeşitli yerlerine yayılmış nekropoller (mezarlar), kentin ücra bir köşesinde gelen tehlikelere karşı gözlem tepesi.

Kent Girişi

En önemli ve en gözde eseri merkezde bulunan ve restorasyon işlemlerinde işler hale getirilen Antoninler Çeşmesi. Çeşme denince aklımıza ağzımızı dayayıp su içebileceğimiz bir yer geliyor. Yok bunlar öyle değil, bir kere her şey bizim algımızdan çok çok büyük, bütün eserler 15-20 metre boylarında ve Anadolu’nun civar yerleşimlerinden getirilen mermer işlemeler. Mermer belki de bölgenin avantajlarından biri. Antoninler çeşmesi de öyle.. İki katlı modern bir bina boyunda. Çeşmenin iki yanında Satyr’e yaslanmış sarhoş Dionysos heykelleri var. Tam ortada da tanrça Nemesis. Çeşmenin büyük bölümü restorasyondan geçtiği için bu eserlerin %90’ı aslına uygun tekrardan inşa edilmiş. Bence oldukça titiz bir çalışma olmuş ve rahatsız edici değil kesinlikle. Muhtemelen en çok zamanı Antoninler Çeşmesi’nde geçireceksiniz. En güzel fotoları da burada çekeceksiniz 😊



Nemesis Heykeli

Antoninler Çeşmesi 
Sagalassos’ta 2 tane Amfi tiyatro vardı. Biri merkezde biri yerleşimin uzak bir köşesinde ki 10.000 kişilik kapasiteye sahip olduğu düşünülürse, o zamanlarda büyük bir yer yerleşim olduğunu doğruluyor.



Zengin Semti :)

Benim için en ilginç bilgilerden biri de zamanla kent nüfusu çok artınca, zenginlerin daha yukarılarda bir zengin semti kurması, 2. Amfi tiyatroyu ve ikinci çeşmeyi buraya yapmaları... Zenginler her daim kendini belli ediyor canım 😄 O  kısma doğru gidince Amfi tiyatro üzerinden bütün kenti  görebiliyorsunuz. Güzel bir seyir tepesi tavsiye ederim.



Kent çok büyük bir depreme de tanıklık etmiş ve yerle bir olmuş ve tekrardan diriltilmiş. Salgın hastalıklar ve istilalar derken medeniyet sona ermiş. Burada dağlara gömülü Nekropolleri de açıkça görebiliyorsunuz.

Nekropoller

Ben Antik Kentleri gezdiğimde bu yollardan kimler geçti ve kimler kimler bu uğurda bu yerlerde can verdi diye düşünürüm he. O tarihe, o adımlara biz de eşlik ediyoruz. Ne güzel değil mi?