İnsan tembelliğe çok kolay alışıyor ve ben de bunu doğrulamak
istercesine blog yazılarımı uzunca bir süre erteledim. Şimdi hatırladığım
kadarıyla Hollanda’yı anlatmaya çalışacağım. Araştırma gezisi için 2 hafta
boyunca, önceden yüksek lisansımı yaptığım Hollanda’nın Enschede köyüne gittim.
Onlar için il olsa da bizim için küçük bir köy sayılabilecek bu yere ziyaretimi
özellikle Hollanda Bağımsızlık Günü olan ve çok renkli festivallerin
düzenlendiği 1 Mayıs civarına denk gelmesine özen gösterdim. Amaç hem iş hem
eğlence. Ne yazık ki vize uygulayan ülkelerden biri olması ve İsotun da zamanı
bulunmaması nedeniyle, bu gezimde İsot bana eşlik edemedi.
|
Üniversitem ve bisikletler :) Evvet Hollanda'da olduğunuzu böyle anlıyorsunuz :) Bu ülkede insandan fazla bisiklet ve inek var :) |
|
Oude Markt Şehir Merkezi Down Town |
Enschede’ye makul bir saatte inip çok şirin evden bozma
tripleks hostelime yerleştim. Hollanda’da bisiklet eliniz ayağınız yerine
geçtiği için hostel yönetimi bisiklet kullanabilenlere ayrıca bir tane tedarik
ediyor. Bu benim için büyük bir şanstı. Çünkü burada bir yıl kalmama rağmen
ancak bir sefer o da ilk defa buraya geldiğimde toplu taşımayı kullanmıştım.
|
Enschede Belediyesi'nin Önü |
Enschede dediğim gibi Almanya sınırında, Çinliler ve ucuz
üretim yapan ülkeler tekstil üretimine dalmadan önce, tekstili ile ünlü ve
vakti zamanında baş döndürücü bir sanayisi olan, fakat günümüzde artık sadece
üniversitesi ve futbol takımı (FC Twente) ile ünlenmiş küçük bir şehir. Her
Avrupa şehrinde olduğu gibi kilise ve civarında birçok cafe’nin bulunduğu bir
şehir merkezi ile pazarının kurulduğu görece daha modern bir merkezi bulunuyor.
Bütün Hollanda şehirlerinde olduğu gibi bu şehir merkezlerinin arka sokakları
ise Coffee Shop dediğimiz, hafif uyuşturucuların satıldığı mekanlarla dolu.
Genelde benim izlenimim bu sokaklarda alt tabaka Hollandalı ve göçmenlerin
bulunduğu. Bir de Graffiti’nin bu sokaklarda inanılmaz geliştiği…
|
Coffee Shop Sokağı Graffiti Seçmeleri |
Üniversitem ise Twente Üniversitesi, 2008-2009 yılları
arasında güzel anılarımın geçtiği genelde mühendislik ve teknoloji alanında iyi
olan bir üniversite. Ayrıca Hollanda’da kampüsü olan nadir üniversitelerden
biri. Benim yurdum da kampüsün içinde gölün kenarında, büyük ağaçların ve ördek
ile kazların arasındaydı yani manzara muhteşemdi :) Eski yurdumu ziyaret edip,
eski günleri hatırladım ve hatırladıkça mutlu oldum açıkçası… Herkese nasip
olmayan bir şeyi yaşamıştım ve yurt dışında tam burslu yüksek lisans yapma
hayalimi orda gerçekleştirmiştim en nihayetinde…
|
Benim göz ağrım irili ufaklı birçok gölün bulunduğu Twente Üniversitesi Kampüsü Güzel dimi ?:) |
|
Twente Üniversitesi Kütüphane karşısındaki batık saat kulesi, fotoyu çektiğim yer de kütüphane altındaki bar |
|
Yurt odamın manzarası (Eski Fotoğraf) |
Enschede’de günlerim kampus, kütüphane, hocalarla görüşmeler
ve bol bol bisiklet sürme ile geçti. Ne yazık ki eski arkadaşların orada
olmadığını fark etmek benim için kampüsün büyüsünü bozmuştu. Fakat harika
manzaralı suların üstündeki kütüphanemde bile yeniden çalışmak (yüksek lisans
tezimi yazarken altı ayım sabahtan akşama orda geçmişti) yine de güzeldi. Son
günlerde bölümümüzün hocalarının katıldığı aylık toplantı ve daha çok yiyip
içip muhabbet etme resepsiyonuna katıldım. Eski hocalarımı gördüm, yüksek
lisans arkadaşlarımın nerelerde neler yaptığını öğrendim. Bu gelenek özellikle
bizim ülkemizde akademik hayatta bilgi saklama ve ketum bir kariyer geçirme
alışkanlığımızın tam zıttı olduğu için ordaki akademisyenlere ayrıca imrendim. Ne
kadar güzel bir araya gelip sohbet edebiliyorlar ve bu toplantılarda statü
değil meslektaşlık duygusu ağır basıyordu…
Enschede’nin Salı ve Cumartesi günleri olan pazarına gittim.
Türkiye’de olmayan mağazaları dolaştım. Bol bol orda bulabileceğim
yiyeceklerden ve hediyelik eşyalardan aldım. Çeşit çeşit meyve çayları ile 1
kilo kadar farklı Hollanda peynirlerinden aldım, alkol çok ucuz olduğu için birkaç
tane de ondan aldım. Bir de tabi ki Grolsch (Enschede’de üretilen güzel bir
bira) başta olmak üzere bira çeşitlerini denedim. Bir de benim Uzak Doğu yemeği
takıntım olduğu için orda bol bol yiyip nefsimi körelttim :). Lumpia ile Noodle
favorilerim… şehrin arak taraflarında kurulan mobil Lunapark’a gidip, orada
zaman geçirdim ve Isot Hülya yazılı bir Hollanda araba plakasını da burada yaşlı
bir teyzeye bastırdım. O kadar sevimli bir hediye oldu ki İsotun doğum gününe
hediye olarak hazırlasam da 1 ay daha bekleyemeyeceğime karar verip hemen
İsotuma da gösterdim :).
|
Turuncu Gün Sergisi |
|
Sokak Performansları |
|
Turuncu Gün Rock Sahnesi |
|
Latin Dansları Sahnesi |
Özellikle son günlerime yaklaşırken dediğim gibi Hollanda’nın
Bağımsızlık Günü olan nam-ı değer Turuncu Gün’ü görme fırsatını yakaladım. Sokak
performanslarının sergilendiği bu birkaç gün çok şenlikli geçiyor. Üniversitede
de şenlik çadırları kurulup Hollanda gençleri ve uluslararası öğrenciler tabiri
caizse eğlencenin ve alkolün dibine vuruyorlar. Fakat bu şenlik sadece tekno
müzik grupları ve DJleri (Hollandalıların en çok sevdiği müzik türü olur
kendisi ve sadece durduğunuz yerde yaylanıp birkaç zıplamanız yeterlidir)
içeriyor ki benim pek de hoşlanmadığım sadece gürültü olarak gördüğüm bir müzik
türü… Bütün şehirde 4-5 farklı sahne kurulup Latin dansları ve müziğinden,
rock, pop ve yerel şarkıların söylendiği meydanın tadını çıkardım. Tabi bunun
öncesinde bir de herkesin küçük küçük tezgahlarını sokaklara serip ikinci el
kendi kullandıkları fakat ellerinden çıkarmak istedikleri sergileri dolaştım.
Oradan da hem küçük yeğenimiz Poyraz Ali’ye güzel sıfır bir t-shirt aldım. Bu sergilerde
dolaşırken, her şeyi bulmak ve herkesle sohbet etmek mümkün olduğu için çok
seviyorum. Ve özelikle gittiğim şehirlerde böyle sergileri arıyorum…
Bu kutlamaları takip eden bir Pazar gününde Enschede Maratonu
olarak bilinen bir maraton vardı. Şehrin en büyük ve Hollanda’nın ilk
maratonlarından biriydi ve dünyaca ünlü koşucular da ordaydı sanırım. Ben de 5
km’lik halk koşusuna katılmak istedim. Fakat hava yağmurluydu ve ben kayıt
yerini buluncaya kadar kayıtlar kapanmıştı. Sanırım kaçırdığıma en çok
üzüldüğüm şey bu oldu. Halk koşusunu seyrederek kendimi avutmaya çalıştım,
fakat orda elinde çocuk arabalı katılımcıları dahi görünce üzüntüm daha da
arttı. Neyse bir dahaki sefere artık :). Bir de kaçırdığım daha doğrusu çok
uzak olduğu ve hava kötü olduğu için gidemediğim Keukenhof Lale Bahçeleri
gezisi var. Burası yılın Nisan Mayıs aylarında açık olan devasa bir botanik ve
çiçek bahçesi ve en gözde çiçekleri de tabiî ki laleler… Ben de bahçe bitki
işlerinden inanılmaz zevk almama ve bu hobimle uğraşırken adeta zaman kavramını
yitirmeme rağmen bu bahçeyi göremedim. Bu geziyi gerçekleştiremememin diğer nedeniyse
hem üç vasıta değiştirip 3,5 saatlik (gidiş dönüş 7 saat) mesafede olması, hem havanın kötü olması
hem de paramın tükenmesiydi. Yaklaşık 100 euroya mal olacaktı bana… neyse
kısmet değilmiş.
|
Enschede Maratonu |
Her ne kadar akşam arkadaş çevrem olmadığı için gece hayatına
pek dalamasam da, bisikletimin ve bisikletler için yaratılmış bu ülkenin tadını
çıkardım. Yaklaşık 120 km bisiklet sürdüm. Bütün gün çalışıp, görüşmeleri ve
araştırmamı tamamladıktan sonra, bisikletime atlayıp navigasyonumu açıp önce
Enschede’nin çok yakınında olan Hengelo’ya gittim. Hengelo Enschede’ye göre
görece küçük bir şehir ve kampüsün içinden ara yollardan, inekler ve çayırların
arasından ve ayrıca güzel kır evlerini seyrede seyrede oraya ulaşabiliyorsunuz.
Bu yolculuk, yine festivalin olduğu günlere denk geldi. Fakat biraz geç
kaldığım için oradaki eğlenceyi kaçırmıştım. Bisikletimi milyon tane bisikletin
arasına kilitlemiştim. Fakat geri dönüş yolunda yanlış yere baktığım için
bisikletim çalındı sandım. O an yaşadığım stresi ve heyecanı anlatamam… Sonuçta
bisiklet emanet idi ve ben farklı bir şehirdeydim. Panik içinde bir sağa bir
sola dolanırken az aşağıda kilisenin yakınlarında bisikletimi park ettiğim yeri
buldum ve derin bir nefes alıp rahatladım :).
|
Kampüsün içinden Hengelo girişi |
Günlerden bir gün yine havanın güzel olduğu bir öğleden sonra
Grolsch bira fabrikasının yer aldığı, mini minnacık bir şehir olan Boekelo’ya
gittim. Eşsiz manzarada bisikletimi sürdüm. Fakat bunun tek dezavantajının doya
doya fotoğraf çekememek olduğunu anladım. Boekelo o kadar küçük bir şehir ki
bir meydanı bile yok ve sadece birkaç haneden meydana geliyor. Şehrin hemen
girişinde bir evde, kocaman maket bir leylek poposunun pencereye asıldığını
gördüm. Meğer, Hollandalılar eve yeni bir birey geldiğinde böyle yaparlarmış. Bunu
da şurdan anladım, maketin yanında kocaman şişme bir erkek bebek balonu vardı
ve “Hoşgeldin Henk” gibi bişiler yazıyordu. Benim için hatırlanacak bir manzara
idi.
|
Boekelo ve Bisikletim :) |
Ve son bisiklet maceram, Gronau Almanya’ya oldu. Önceden de
bahsettiğim gibi Enschede Almanya ile sınır şehri olması hasebiyle, bisikletle
yarım saat giderek ülke sınırını geçip Almanya’da kendinizi bulabileceğiniz bir
yerde… Ben de bisikletle Gronau şehrine geçip bu fırsatı kaçırmamak istedim. Gerçi
öğrencilik yıllarımda yanlış yoldan gidip fark etmeden kendimi burada bulmuştum
:). Fakat bu bir beş yıl kadar önceydi. Bu sefer bilinçli olarak bir göreyim
dedim. Hollanda vergileri ve kirası Almanya’ya göre görece yüksek bir ülke olduğu
için, işi veya okulu Hollanda’da olan fakat Almanya Gronau’da ikamet eden çok
kişiye rastlamıştım. Dümdüz, engebesiz bir yoldan keyifle biskletimi sürüp
şehir merkezinde durdum. Orda güzel bir kafede oturup kahvemi yudumladım.
Sonrasında ise, Almanya’da bisiklet malzemelerinin çok ucuz olduğunu bildiğim
için, kask, yağmurluk, özel şort, kilometre sayar ve ışık aldım. Son olarak
merkezdeki Türk restoranı Limon’dan dondurmamı yiyip geri döndüm. Benim için
güzel bir gün ve deneyimdi.
|
Gronau |
|
Gronau |
Seyahatimin bitmesine son üç gün kala, benim yüksek lisans
dönemimden çok samimi olduğum (hatta birbirimize kardeş dediğimiz) çok tatlı ve
biricik Rus kız kardeşim Elena ve eşi (yine arkadaşım olan ve benim uzun adam
dediğim Hollandalı) Henk’i ziyaret etmek üzere Maastricht’e yol aldım. Elena ve
Henk’i 2009’dan beri görmemiştim ve 2011 yılında evlenip, doktora için Maastricht’e
yerleşmişlerdi. İlk başta buluştuğumuzda o kadar tedirgindim ki sanki eski
samimiyetimizi yakalayamıyacağız gibi gelmişti. Ama bu durum sadece yarım saat
sürdü. Yarım saat sonra yine kadim dostlar idik. Onların ve benim hayatımdan bu
beş yıllık süre içerisinde birçok şey geçmişti, yani anlatacak o kadar çok şey
vardı ki bütün gece oturup muhabbet ettik. Bir de sevimli fakat baya bir büyük
neredeyse benim boy ve kilomda Sherlock adında bir Rhodesian Richbak cinsi bir
köpekleri vardı. Her ne kadar Sherlock çok iyi eğitildiyse de ben cüssesinden
ürktüğüm için pek samimi olamadık. Ertesi gün, Elena öğlkeye kadar işe gitti. Ben
de bu fırsatı değerlendirip kendimi Maastricht sokaklarına attım. Burada yer
alan ve vakti zamanında başvurduğumu bölümü gördüm. Şehir merkezinde şöyle bir
dolaşıp ilk izlenimlerini edindim. Şehir ortalama büyüklükte, genelde snop
insanların yaşadığı ve kendilerini diğer Hollandalılardan ayrı gören hatta
şivesi bile farklı olan bir şehir. Ortasından oldukça geniş bir nehir geçiyor
ve köprüyü geçer geçmez merkeze varmış oluyorsunuz. Alışveriş imkanlarının ve
turistlerin çok daha fazla olduğu aşikar… Önemli bir tarihi meydanı var. Ben bunları
keşfederken Elena işten döndü ve yine yüksek lisans dönemimden o sıralar Liege
(Belçika) da post-doc’unu yapan Ukraynalı ortak arkadaşımız Yuliya da geldi. Hep
beraber dolaşmaya başladık. Eskiden tarihi kalenin geçtiği yerlere gittik. Kaleye
ve tarihe verilen önem o kadar belliydi ki tama kalenin yıkıntıları üzerine
yapılan bina bile kalanin geçtiği bölgeyi ilginç bir şekilde korumuştu. Daha sonra,
hatırladığım kadarıyla vakti zamanında eski bir askeri üs olan fakat şimdi
hayvanat bahçesi ve büyük park haline getirilen yere gittik. Adını hatırlamadığım
bu parkın yan tarafı zaten Maastricht Üniversitesi idi. Bu parkta ayrıca
hayvanat bahçelerinde hayvanları yapılan muameleyi gösteren bir çalışma da
vardı ve çok etkileyici idi. Buradan parkın içinde bulunan üç silahşörlerden
sanırım Dartanyan’ın heykelini ziyaret ettik. Bol bol foto çektik… Sonrasında Maastricht’te
son kalan ve hala aktif olarak un ve unlu mamüller üretimi yapan yüz yıllar
öncesinden günümüze kadar dayanabilmiş su değirmenine gittik. Burada hala
satışlar var. Giderseniz birkaç bir şey almanızı tavsiye ederim.
|
Hollanda'nın en eski köprüsünün üzerinden Maas Nehri |
|
Maastricht Tarihi Merkezi, Kilise ve Belediye |
|
Maastricht Merkez |
|
Kale Kalıntılarının Geçtiği Bina |
|
Maastricht Parkı |
|
Dartanyan ve Ben |
|
Hayvanat Bahçesi Maastricht |
|
Su Değirmeni |
|
Değirmenin İçten Görünüşü |
|
My sis Elena, Tall Guy Henk and Sherlock :) |
Son olarak
gezimiz dinlenip biralarımızı içtiğimiz küçük bir cafede sona erdi. Mutluydum :).
Ertesi gün çok erken saatte trenime binip Maastricht’i terk ettim ve Amsterdam
Schiphol Havaalanından birçok hediye ve anıyla Antalya’ya sonra da Isparta’ya
geri döndüm. Sanırım bu ülke her zaman
benim gözümün ağrı ve ikinci ülkem olacak ve ileride belli bir süre tekrar
yaşamayı umut edicem...