Aradan uzun zaman geçince yazması
zor oluyor, hatta yazmadıkça daha da eriniyor insan. Anlatacak çoğu ayrıntıyı unutmama rağmen yazmaya
çalışacağım.
İşte 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı
fırsat bilip haftasonu ile de birleştirip, Isparta’dan Muğla’ya gitmeye karar verdik. Ben hiç çadır hayatı
yaşamadığım için heveslendim. Amacımız kamp atmaktı, tabi ona uygun hazırlanmak
bayağı uzun ve zahmetli bir işmiş. Bütün eşyalarımızı aldık, fakat
bisikletlerimizi bırakmak zorunda kaldık. Bisikletlerle bir başka güzel
olacağına emindim ama napalım artık, bir dahaki sefere.
İstikamet, Denizli üzerinden Muğla…
Yol üzerinde “Dondurmam Gaymak” filminin çekildiği, Ula’dan geçtik. Yerimiz olsaydı
otostop çeken bir amcayı da alacaktık ama dedim ya çadır atmak hiç de o kadar
kolay değilmiş, arka koltuklar ve bagaj silme doldu. Buralar doğup büyüdüğüm
İzmir’in kasabalarına çok benziyor… İnsanları da öyle…
Yolculuk da keyifliydi aslında
ama dediğim gibi çoğu detayı unuttum. Birkaç saat sonra Akyaka’ya vardık. Küçük
sevimli, fakat son zamanlarda yapılaşmanın başladığı, dağlar arasında bir koyu
olan, windsurf maceracılarının pek beğendiği bir yer…
Akyaka’da Gökova Orman Kampı’na
gittiğimizde önce bir fizibilite çalışması yaptık, nereye çadırımızı kursak iyi
olur diye… Gökova Orman Kampı, ağaçların arasında kayalık üzerinde yüksek ve
şehri görebilen bir konumda yer alıyordu. Ben tabi bu tarz bir tatil
anlayışının yabancısı olduğum için kamp yerinde de şaşkınlıklara uğradım. Meğer
insanlar bütün yaz tatilini burada geçiriyorlarmış. Bir çadırlar var anlatamam,
önündeki saksı çiçeklerin, rüzgar güllerine, buzdolabı, TVsine kadar her
şeyleri var kampçıların…
Biz de kampımızı uygun bir yere
kurduk, sahil kenarı aramaya koyulduk. Fakat fark ettik ki, sahil kumsal yok,
kampçılar genelde kayalıklardan denize giriyorlar. Biraz zorlu, engebeli fakat
çok fazla tahribata uğramamış, bakir yerler denizin kayalarla buluştuğu yerler…
Gökova Orman Kampı |
Akyaka |
Çınar Plajı |
Çınar Plajı Kaynak Suyu |
Katrancı Koyu |
Fakat anladık ki biz burada pek zevk alamayacağız, istikamet Fethiye üzerinden Ölüdeniz…
Ölüdeniz’e hayran kaldım. Bu zamana
kadar neden gelmediğimi de sorguladım. Günübirlik gittiğimiz için uygun bir
zamanda daha uzun süre kalmaya ajandaya kaydedildi. Sanırım İzmir gibi bir
deniz kentinde büyüyenlerin kaderi, akrabalar, konu komşu hep yakın sahil
köylerinde olduğundan öyle bir yaz tatilinde farklı yerleri dolaşma şansı
olmuyor. İsot bu anlamda daha avantajlı, çünkü kendisi Ankaralı. Ama onun da
bütün yaz tatilleri, yazlıklarının bulunduğu Kuşadası’nda geçmiş. Ama orayı
alana kadar kıyı şeridini dolaşmışlar… Neyse Ölüdeniz’e varmak için bir dağ
aşmanız gerekiyor ve dağın tepesine vardığınızda Ölüdeniz size kucak açmış
bekliyor. Şehre girişte tepeden güzel bir manzarası var yani…
Burası genelde İngiliz
turistlerin bolca bulunduğu bir yer… İnanılmaz pahalı bir yer yani ben orda bir
restoranda yemenizi tavsiye etmem, Avrupa fiyatlarıyla yarışıyor resmen.. Yani cadde
üzerindeki yerler öyle, vaktimiz olsa uygun yerler bulabilirdik belki ama benim
ilk izlenimim bu şekilde.
Biz Ölüdeniz Tabiat Parkı’nı sahile girmek için
tercih ettik. Ben şaşırtıcı derecede güzel, bakımlı buldum tabiat parkını. Yarımadanın
iki tarafında da denize giriliyor. Arka tarafın denizi oldukça sığ, çocukların
bir de benim tehlikesiz oynaması için ideal bir yer. Diğer taraf ise genelde
yabancı turistlerin güneşlendiği yer ve tam karşısında küçük bir adacık
bulunuyor. İsot için “CHALLENGE ACCEPTED!” :). Adaya kadar yüzüyor tabi bizimki.
Ölüdeniz Tabiat Parkı |
Ölüdeniz |
Ölüdeniz Halk Plajı |
Akşam Fethiye’ye dönüp yemeğimizi
orda yemeğe karar verdik. Fethiye süper lüks, “all inclusive” ve kıyıya paralel
uzanan otellerle cağnımm kıyılarını mahvetmemiş. Takdir ettim. Önce manzaranın
olduğu yerde bir durduk. Bir şehre kuşbakışı göz attık. Sonra yemek için şehre
indik. Gelmişken Meşhur Fethiye Köftecisi’nde bir köfte yemenizi tavsiye
ederim. Menüleri zengin ve lezzetli. Yemekten
sonra sahil boyunda şöyle bir dolaştık, çayımızı içtik… Derken 30 Ağustos hasebiyle
mehter geçişini izledik… Sonra da çadırımıza geri döndük.
Son gün Katrancı'nın arkada kalan ikinci koyunda zaman geçirdik.Burada nispeten insanlar daha az,
daha sakin ve daha bir kamp yerine uygun. Giderseniz ikinci koyu tavsiye
ederim. Gerçekten kumu katran gibi ve oldukça koyu renkli.
Kısacası efendim, kamp hayatı zorluklara
rağmen sakin ve huzurlu… Ölüdeniz gidilesi görülesi daha fazla zaman ayrılası….