29 Haziran 2013 Cumartesi

Olympos-Çıralı-Ulupınar 29-30 Haziran 2013

Olympos-Gün I

Sizde de oluyor mu bilmem ama ülkemizin nadide yerlerini yabancı turistlerin benden önce keşfettiklerini görmek bende bir üzüntü aynı zamanda bir hasetlik uyandırıyor. Onları görünce ‘vay be adamlara bak’ demekten kendimi alamıyorum. İşte oralardan biri de geç keşfettiğim Olympos… 

Öğrencilik yıllarımda çok heveslenip de bir türlü fırsat bulamadığım ören yeri Olympos idi. Öğrencilikte zaman çok ama para yok. Bir de ruh ikizine ihtiyacım vardı sanırım gezmek görmek için.

Nese bu kadar girizgahtan sonra ilk denememe başlıyorum.

Cumartesi sabahı erkenden kalkıp hızlı bir kahvaltı yapıp, evet bu sefer hiçbir şeyi unutmadım deyip, fakat elimdeki iki güzel ve hayat kurtarıcı termosu ayakkabılıkta unutup (ki bunu yine son durakta fark ettik :P ) düştük yollara. Isparta-Antalya arası seyahat ettiniz mi bilmiyorum ama burada muazzam bir manzara var. Sanırım ben dağlara ve suya aşığım. Yolda sarp kayalıklar ve nefes kesici uçurumların arasından geçip hiç beklemediğiniz anda baraj gölü ile karşılaşıyorsunuz. Ben böyle bir manzarayı bir de Ankara – İstanbul yolu üzerinde Bolu’da gördüm ve gerçekten nefes kesici… Bu yolu bir de bisikletle gitme planımız var ama ne yazık ki sıcaklardan dolayı erteledik. O zaman güzel karelerle süslerim bu yolu…



Antalya’ya varınca biraz trafik canınızı sıksa da yaklaşık 1 saat daha Kemer tarafına yol aldığınızda sırasıyla Ulupınar-Çıralı-Olympos ve Adrasan kıyılarına yaklaşıyoruz. 8-10 km kadar içeri girdiğimizde Olympos'tayız ve konaklama yerimiz olan DeepGreen Olympos'a vardık. Konaklama konusunda size tavsiyemiz çok büyük işletmelerden ziyade küçük işletmeleri tercih etmeniz. Çünkü Olympos'ta bütün işletmelerin concepti birbirine benzer, fakat işletme sahiplerinin samimiliği ve sıcakkanlılığı çok önemli. En azından bizim için öyle. İşletme sahibi Yiğit Bey de bu kategoriye giriyor zaten :)





Hemen anahtarımızı alıp portakal bahçeleri, zakkum çiçekleri, muazzam dağ manzarası olan ağaç evimize eşyalarımızı bırakıp, kendimizi sahile atmak için hazırlanıyoruz. Acaba arabayla mı gitsek yürüsek mi diye ufak bir kararsızlıktan sonra girişe ulaşıyoruz. Girişte müzekartınız var ise ücretsiz. Fakat bizim maximum kartımız var. İtiraf etmeliyin bedava girdik diye saçma bir sevinç olmuyor değil :). Tarihi Likya yolundan devam ederek ve buzzzz gibi şelalenin üzerinden geçerek kıyıya varıyoruz. Taşlı upuzun bir kumsal Olympos ve en güzel yanı kumlar bütün vücudunuza yapışmıyor. Bir de Karetta Karettaların yumurtlama alanı olduğu için, bu kaplişlerin yuvaları sizi sarmalıyor.

Ben güneşlenmeyi tercih ediyorum (Ehh ne de olsa bütün kış güneş görmemişim yanmam lazım). İsot ise mağaralara kadar yüzüp, botlarla ve kanocularla yüzerek aşık atmayı :) … böylece tatil sezonunu açıyoruz. Akşama kadar sahilde rahatlayıp, kafamızı dinliyoruz. Bunaldıkça denize giriyoruz… Akşam güneş batana kadar kalıyoruz.  Akşam ağaç evimize dönüp biraz dinlenip akşam yemeği için tekrar çıkıyoruz. Sanırım kaldığımız yerin yemekleri biraz daha çeşitli olsa daha çok mutlu olurduk diye düşünüyorum ama yine de fena değil.

Yediklerimizi sindirmek için akşam karanlığında sahile gidiyoruz. Eğer akşam sahilde oturmak gibi bir hayaliniz varsa yanınıza küçük bir fener almayı unutmayın. Hele bir de ay yoksa yol biraz ürkütücü olabiliyor. Yan taraftan biri ‘höh’ dese uçuklarsınız cinsinden :) . sahilde dalga sesleri kumsalın serinliğiyle uzanıp 1 saat kadar yıldızları seyrediyoruz. Ama HAYAT BÖYLE GÜZEL :P Sonra hem muhabbet edip hem de geri dönüyoruz kaldığımız yere. Sonra bir fırsatını bulup çoğu kişinin uzun süreler çöreklendiği çardaklardan birini kapıp, ayaklarımızı uzatıp buzzz gibi biralarımızı yudumluyoruz gece geç saatlere kadar. Ben de bu arada biraz dalmışım ama olacak o kadar yorgunluk… gece son durak kokoreçci, kokorecimizi (bu arada bu kokoreç ismi nerden geliyor acaba, coco roach ile alakası yok ama iyi anımsatıyor hani.. ) yiyip ilk günümüzü bitiriyoruz. 


Çıralı ve Ulupınar-Gün II

Sabah kahvaltıdan sonra eşyalarımızı toparlayıp, Yiğit Bey ile vedalaşıp tekrar gelme sözü vererek ayrılıyoruz. Hedef Çıralı. Aslında kıyıdan toplamda 1 km uzaklıkta olan Olympos-Çıralı arası araba ile gitmeye kalkarsanız 20 km civarı bu da biraz Torosların güzelliği. Dağların arasından İsotun deyimiyle “çapata çupata” benim deyimimle “hödörö hödörö” arabamızla yol alıyoruz.  Çıralı'ya vardığımızda aslında peyzajı çok daha güzel, çok daha nezih; fakat bize göre evli ve çocuklu konseptine çok daha uygun bir yer karşımıza çıkıyor. Sonra napalım napalım derken, yine sahil kenarından Olympos tarafına yaklaşıyoruz. Biz Olympos’u daha çok sevmişiz meğer :), dönüp dolaşıp yine Olympos’a varıyoruz. Akşam 5 sularına kadar burada zaman geçirip, sonra da Ulupınar’da akşam yemeğimizi yemek için kumsaldan ayrılıyoruz.

Eğer yolunuz bu taraflara düşerse kesinlikle gitmenizi tavsiye edeceğimiz yerlerden biri Ulupınar. Kumsalda yanıp yanıp bunaldıkça, "Alllammm neydi derdimiz bu sıcağın alnında" diyenlerdenseniz, çoğu Antalyalı'nın yaptığı gibi Ulupınar’a gitmek en mantıklısı. Burası çağlayan üzerine kurulmuş alabalık besi çiftlikleri ile ünlü. Çayın üzerinde küçük küçük localarda, kiremitte alabalığınızı yiyip aynı zamanda altınızdan akan çayın sesini dinlemek, balıkları seyretmek ve ulu çınar ağaçlarının altında serinlemek bünyenize iyi geliyor. Kendi balığınızı kendiniz tutabiliyorsunuz, kocaman anaç alabalıkların olduğu havuzlardan ilginç kareler çıkartabiliyorsunuz.




Alabalığı pek sevmeyen ben bile kiremitte balıklarımız geldiğinde ağzımın sularına hakim olamadım diyebilirim :)öncesinde ise sıcak lavaş ile tereyağı ikram ediliyor en sevdiğim iki kombin  :) Ücret olarak da fahiş rakamlar ödemiyorsunuz.
Biz iki kola, mevsim salata, iki kiremitte balık artı ikramlara 40 tl ödedik. Gezilesi, görülesi ve yenilesi bir yer kanaatimize göre yani Ulupınar bizden tam puan aldı :).  Gidip de göremedim, görüp de yiyemedim demeyin, yolunuz buralara düşerse deneyin :)